“Laik, sosyal, demokratik bir hukuk devleti!”
Buraya nerelerden geçerek varıldığını bilmeyenler, bilmek istemeyenler, anlamayanlar, anlamak istemeyenler, hep bahaneler yaratarak başka kanallara geçenler bir türlü CUMHURİYETİN FELSEFESİNE erişemeyeceklerdir.
Büyük Millet Meclisi, işgalci İngiliz’e, Fıransız’a, Yunan’a, İtalyan’a karşı “bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verirken, diğer yandan da içeride saltanata ve ihanet şebekelerine karşı uyanık olmak durumundaydı. Biri görünen düşmandı, diğeri görünmeyen… Nerede, nasıl, ne şekilde karşısına çıkacağı belli olmayan bir düşman…
Amaç, tam bağımsız, tüm özgürlüklere sahip, bir daha asla karanlık, umutsuz günleri yaşamayacak, bilimi, teknolojiyi geliştirmiş, sanayisini kurmuş, halkını eğitmiş, ekonomik refahı yükseltmiş bir topluma erişmek... Atatürk, “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve geçmek” diye tanımlamıştı ülkümüzü.
Millet açtı, savaş yorgunuydu, üstünde, başında yoktu. Erkekler on dört yıldır savaş içerisindeydi. Toprakla ilgilenecek, işleyecek, üretim yapacak kimse yoktu, cepheden cepheye koşuluyordu. Kapitülasyonlar tüm gelir kaynaklarını Duyun-i Umumi ile ele geçirmiş, halkın kanını emiyordu. Cumhuriyet ilk iş olarak “azınlık çiftliklerinde” zeytin, pamuk, buğday üreten ırgatlara, topraktan anlayanlara toprak dağıtıyor: “İşleyin, üretin, sizin olsun” diyordu.
% 2,5 okuma-yazma oranı olan bir topluma okullar açıyor; cehalete karşı savaş başlatıyordu.
Kıt kanaat ürünlerle ödenmek koşuluyla şeker ve bez fabrikaları kuruyordu.
Yollar, köprüler yapıyor, tüneller açıyor, ülkeyi bir uçtan bir uca bağlayan raylar döşüyordu.
Şirketler, bankalar aracılığıyla, sermaye birikimine gidiyordu.
Toplumda süregelen hastalıkları yenmek ve halkın sağlıklı olmasını sağlamak için hastaneler açıyor, özellikle firengi, tüberküloz, kolera, çiçek, kızıl ve boğmaca ile mücadelede hiç durmuyordu. / Tarihini, dilini ve kimliğini bulmak için Türk Tarih ve Dil Kurumlarını açıyordu.
Davamız, bilgili, kültürlü, sağlıklı, gelir düzeyi yüksek, dünya uluslarıyla yarışacak kalite ve nitelikte bir topluma ulaşmaktı. Hele hele de İngiliz, Fıransız, Amerika gibi sömürücü uluslara muhtaç olmamak, el açmamak, kendi kendine yetebilmek, kendi yağı ile kavrulabilmekti. Tüm mücadele bu uğurda yapılıyor, limanlar açılıyor, tiren taşımacılığı yanında üç tarafı denizlerle çevrili bir coğrafyada “deniz taşımacılığına önem ve değer veriliyordu.”
Sanayinin altyapısını oluşturan “demir-çelik fabrikaları” kuruluyordu.
Darülfünun üniversiteye dönüştürülüyor, akla, çağdaş bilime göre yeniden yapılandırılıyordu.
Halkı din çıkarcılarının elinden kurtarmak için “Tekke, Tarikat ve Zaviyeleri kapatan kanun çıkarılıyor ve dini kaynağından öğrenmek için Kuran Türkçeye çevriliyor, İlahiyat Fakültesi, Diyanet İşleri Başkanlığı açılıyordu. Toplumda eğitim birliğini sağlamak için “Tevhit-i Tedrisat Kanunu” hazırlanıyordu.
Cumhuriyetin onuncu yılında Mustafa Kemal, ulusuna ve tüm dünyaya “az zamanda çok büyük işler başardık” diye haykırıyordu. Lozan’da “her kaybedişi bir not olarak” cebine atan İngiliz heyeti başkanı ve Dış İşleri Bakanı Lord Kurzon, “yarın muhtaç olup bize geldiğinizde bunları tek tek cebimden çıkaracağım” diyordu. Atatürk gön soyuculara muhtaç olmadı, ama “el açılan yenidünyanın yeni devleti” İngiliz’den de, Fıransız’dan da beter çıktı. Bir geldi ülkemize, bir daha çıkmak nedir bilmedi. Dün İngiliz, Fıransız ne ise, bugün de Amerika odur. Amerika’ya karşı bir “bağımsızlık savaşı” verilmedikten sonra Türkiye’nin kurtuluşu olmayacaktır.
Bizim davamız dünya ulusları içerisinde saygın bir yere ulaşabilmektir, yerlerde sürünmek, el açıp dilenmek değildir. Bunun için de üretim kaynaklarını çoğaltmak, tarımı, sanayiyi, turizmi, sağlık sektörünü ihracat yapabilecek düzeye yükseltmektir. İşsizliği yenmek, kişi başına düşen “milli hasılayı” en az kırk-elli bin doların üstüne çıkarmaktır…
Bunun için “sıfır enflasyon”, “sıfır faiz”, “değerli, saygın, aranır para” ve devletin, devlet adamlarının asla yalan konuşmaması; doğru, dürüst, namuslu ve ahlaklı olmaları, insani erdemleri baş tacı etmeleri, halkını ve komşularını aldatmamaları…
Çocuklara birinci sınıf eğitim ve beslenme ortamı yaratılmalı, okul servislerinden ücret alınmamalı; muhteşem oyun ortamlarında eğlenirken öğrenmeleri-eğitilmeleri sağlanmalı… Üniversite gençliğinin barınma sorunu üst düzey bir kalitede çözülmeli, devlet var iken tarikat, cemaat, şu ya da bu vakfın, zenginin eline gençlik bırakılmamalı, muhtaç edilmemeli.
Bizim davamız ülkede aç-susuz, evsiz-barksız kimsenin kalmaması; herkese aş-iş bulunması, eşit eğitim-öğretim hakkından herkesin yararlanmasıdır…
Bizim davamız İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın on beş yılda, Japonya’nın yirmi beş yılda, Çin’in elli yılda yaptığını biz, iki yüz elli yıldan bu yana “neden yapamadık, neden başaramadık” sorusunun yanıtını onlardan önce bulan Atatürk’e inanıp, gittiği yoldan giderek kalkınmanın, aydınlanmanın ve refahın sağlanmasıdır.
Mustafa Kemal Atatürk çağdaş olmanın yolunu buldu, o yoldan ayrıldık; uzaklaşmak, başka “kötü yollara” sapmak için de sözde “mücadele” veriyoruz.
Sevgiyle, esenlikle kalınız…