BİZ CUMHURİYETİ BÖYLE KAZANDIK

1897…
Türk- Yunan savaşı patlak verdiğinde genç Mustafa Kemal Manastır’daki okulunun son sınıfındaydı. Çok iyi eğitimli ve teşekküllü Osmanlı ordusu Yunan güçlerini hızla püskürtmüştü. Osmanlı askeri güçleri Atina’da “kahve içmeye” hazırlanıyordu. Osmanlı zaferini saray ressamı Fausto Zonaro “Hücum” adlı tablosuyla resmetmiş, Dolmabahçe sarayının Mabeyn Dairesi salonuna astırmıştı bile. Heyecanlı bir ateşkes ve barış süreci başladı. Barış görüşmeleri sonucu II. Abdulhamid yaptığı anlaşmayla beraber savaş tazminatı dışında sınırların eski haline gelmesine izin vermişti. O günlerde on yedisinde olan Mustafa not defterine şunları kayıt etmişti;  “Öğretmenlerimiz bize bütün Yunanistan’ı alabileceğimizi söylüyorlardı. Ateşkes haberi geldiğinde, bütün bahriyeliler çok üzüntü duydular. Ama soru soramıyorduk. Yalnızca arkadaşım Nuri ( Conker) bana, genç bir subayın bu olanların iyi olmadığını söyleyerek ağladığını belirtmişti. Bütün bunlara rağmen Manastır sokaklarında tezahüratlar ve şenlikler yapılıyor, ‘Yaşasın Padişah’ naraları bir kez daha duyuluyordu. Ama ilk kez sesimi diğerleriyle birleştirmedim.”

1905…
Henüz okuldan yeni mezun olan genç Mustafa Kemal ev arkadaşı tarafından jurnallenmiş, birkaç hafta nezarethanede kaldıktan sonra vatansever subaylar tarafından askerlikten men edilmesi engellenmişti. Genelkurmay tarafından doğu cephesine gönderilen genç Mustafa, Dürzi kabilelerini kovalayan 30. Süvariye katılmıştır. Okul arkadaşı Müfit (Özdeş) ile beraber görev alan Mustafa Kemal’e yapılan seferlerden elde edilen ganimetlerden bir kısmı verilmek istenince ret eder. Arkadaşı Müfit, 29. Süvaride görev yaptığı dönemde ganimetlerin kendisine de verilmek istendiğini söyleyince Mustafa Kemal “Müfit sen bugünün mü adamı olacaksın, yarının adamı mı olacaksın?” diye sorar. “Elbette yarının adamı olmak isterim.” Diyen arkadaşına Stajyer Yüzbaşı Kemal “Elbette olamazsın; bende olmadım, olamam.” Diyecektir.

1908…
Mustafa Kemal Selanik’e gelişinden kısa bir süre sonra Ali Fuat’ı Karaferye’de ziyaret eder ve yeni Türk ulus devleti hakkında fikirlerini öne sürer; “Rumeli’de doğu ve batı Trakya bizde kalacak. Edirne’nin kuzey hudutları Bulgaristan aleyhine düzeltilecek, Arnavutluk- Avusturya- Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan temsilcileri ile Osmanlı başkanlığında İstanbul’da toplanacak bir konferansta milliyet çoğunluğu prensibine dayanılarak Osmanlı Rumeli kıtasının Doğu ve Batı Trakya’dan başka kısımları adlarını saydığım devletlere bırakılacaktır. Arnavutluk bağımsız olacak, Bosna Hersek, Sırbistan’la Avusturya- Macaristan arasında adilane bir suretle teslim edilecekti. Anadolu sahillerine yakın olan adalar yine Türkiye devletinde kalacak, diğerleri Yunanistan’a verilecekti. Güney hudutlarımız Hatay, Halep ve Musul vilayetlerini içine alacak, diğerleri Araplara terk edilecekti. Anadolu’nun doğu ve doğu kuzeyinde bir değişiklik olmayacaktı. Yeni Türkiye içinde kalacak olan Rum, Bulgar ve Sırp azınlıkları dışarıda kalan Türklerle mübadele edilecekti.”

1912…
Ayn Mansur’dan Selanik’te ki arkadaşı Salih Bozok beye gönderdiği mektupta Mustafa Kemal diyordu ki; “Bu gece Derne kuvvetlerimizin bütün kumandanları, zabitleri ile bir müsamere yapmıştır. Bu güzel kalpli, kahraman bakışlı arkadaşlarımın, bu küçük rütbeli fakat düşmanı titreten büyük kumandanların samimi nazarlarında vatan için ölmek iştiyakını okuyordum. Bu tetebbu, dimağımda sizin, bütün Makedonya muhitinde tanıdığım arkadaşların, bütün ordumuzun kahraman evlatlarının hatırasını canlandırdı. Kalbimde büyük bir hiss-i sürür ve gurur hasıl oldu. Ve arkadaşlarıma dedim; Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.”

1914…
Mustafa Kemal İstanbul’dan uzaklaştırılmış ve Sofya Ataşemiliter’i olarak görevlendirilmişti. İstanbul’da bulunan arkadaşı Madam Corinne ile sık sık mektuplaşan Mustafa Kemal mektubunda şu satırlara yer veriyordu; “…Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükler, fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydalar dokunacak, bana da liyakatle ifşa etmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza edeceğim.”

1915…
Paşa dedi ki; “Biz askerlerimizin en mühim surette fedakârlık, kahramanlık demeyeyim zira Türklerin bundan daha kahraman oldukları, daha fazla fedakârlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum. Herhalde benim için askerimizin sebat ve metanetini zabitlerimiz olsun kumandanlarımız olsun; cesareti ve azmi sayesinde kazanılmış mühim bir gündür. Diyebilirim ki benim en namüsait vaziyetim 13 Nisan günüydü. Çünkü 5 İngiliz livasına karşı duran kuvvetim dünkü, yani 12 Nisan günkü; şenaver şedit, savlet ve taarruzlarla mühim zaiyata uğrayan alaydan ikişer taburlu olan ve alaylarla gayrikabil-i istifade bulunan alaydan ibaretti. Hakikaten 12 Nisan muharebesiyle Arıburnu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, İngilizlerin bu cephede azmini kırıp planını mahveden bu kuvvetti.”
Mustafa Kemal paşanın umum Arıburnu kuvvetlerine şamil olan kuvvet kumandanlığı 4 Mayıs’a kadar devam etmişti. Paşa bu müddet zarfında cereyan eden savaşı bakın nasıl anlatıyordu; “Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil mevzilerimiz arasında mesafemiz sekiz metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen dövüşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekküle biliyor musunuz? Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Fakat hiç ufak bir tereddüt bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyor. Bu, Türk askerinde ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

1918…
O esnada salonun bir köşesinde Balkan muhaberesinin alman Generalleri hararetli bir konuşma içindelerdi. Mustafa Kemal konuşmalara dikkat kesildi! “Bunlardan büyük bir kumandan diyordu ki; ‘Efendim! Bu Türk neferlerinde hayır yoktur. Bunlar hayvan sürüsüdür. Yalnız kaçmayı bilirler. Allah muhafaza etsin! Böyle hissiz bir sürüye kimseyi kumandan etmesin…’ Kendi vaziyetimi unutarak onlarla alakadar oldum. Coşkun mükâlemenin en çok söyleyen kumandanına dedim ki: ‘Paşam! Bizde askeriz. Bizde bu orduya kumanda etmiş adamız. Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır. Eğer siz kaçma zilletini Türk neferlerine tahmil etmek istiyorsanız insafsızlık ediyorsunuz.’”

1919…
İzmir Hükümet Meydanında 15 Nisan 1919 tarihin Padişah Vahdettin buyruğu okunuyordu; “Galip devletlerle yapılan mütareke; millet, devlet ve memleket için hayırlı olacaktır. Mütarekenin hükümlerine uymak, millet ve memleketin selamet ve emniyeti için elzemdir. İşgal kuvvetleriyle iyi münasebet tesis olunarak, bunların memlekete medeniyet, halka refah getireceklerini, bu itibarla, gelecek yabancı işgal kuvvetleri hangi din ve millete mensup olursa olsunlar, kendilerine karşı Türk misafirperverliğine yakışır bir tarzda karşılanmaları lüzumu, şunun veya bunun tahrik, teşvik ve iğfaline kapılarak bu misafirlere karşı herhangi suret ve şekilde muhalefet ve muhasamata girişilmemesi…”
Ve Eylül 1919 tarihlerinde İngiliz Muhipler Cemiyeti kurucusu Sait Molla Türkçe İstanbul gazetesinde şunları yazıyordu; “…Artık mukadderatımız üzerinde ne himaye ne manda kelimeleri mevzu bahis olabilir. Şimdi İngiliz tarafları, İngiliz dostlarınca bahis mevzu olacak şey, o istiklalciler, takip ettiği gibi beynelmilel bir vaziyeti intaç edecek olan istiklal değil, İngilizlerin yardımı ve himayesiyle teeyyüd edecek olan bir istiklaldir.”

AMASYA…
Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletleri'nin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok durumuna düşürüyor. “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Milletin durumunu ve davranışını göz önünde bulundurarak haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir milli heyetin varlığı gerekmektedir. Bunun için her taraftan vuku bulan teklif ve milli istek üzerine Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için, bütün illerin her livasından parti ayrılıkları dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin güvenini kazanmış üçer kişinin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir milli sır hâlinde tutularak ve delegelerin gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmeleri…

ERZURUM…
Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.
Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir.
Vatanı korumayı ve istiklali elde etmeyi İstanbul Hükümeti sağlayamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri milli kongrece seçilecektir.
Kongre toplanmamışsa bu seçimi Temsil Heyeti yapacaktır.
Kuvayımilliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hâkim kılmak temel esastır.
Hristiyan azınlıklara siyasi hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
Manda ve himaye kabul edilemez.

SİVAS…
8 Eylül akşamı, Mustafa Kemal Paşa'nın odasında yapılan toplantıda, askeri tıp öğrencisi Hikmet şunları dile getirdi: “Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa bunlar her kim olursa olsun, şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve telin ederiz.”
Bu sözler karşısında duygulanan ve “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” diyen Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Hikmet Bey'e dönerek, “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette (azınlıkta) kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez, ya istiklal ya ölüm.” dedi.

ANKARA…
“Efendiler; asırlardan beri Doğu'da haksızlığa ve zulme uğramış olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu.
Son yıllarda milletimizin fiili olarak gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti.
Milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükümetin yeni adıyla medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
Arkadaşlar; bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada layık olmak için pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum.
Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”