Bir ülkenin sınırları, sadece topraklarını değil, o toprakların nefes aldığı doğayı, soluduğumuz havayı ve içtiğimiz suyu da korumakla yükümlüdür. Ancak Türkiye’nin son beş yıldır Avrupa’nın plastik çöp ithalatında ilk sırada yer alması, sınırlarımızın aslında plastik atıklarla işgal edilmekte olduğunun acı bir göstergesi. Greenpeace’in son raporuna göre, 2023 yılında Avrupa Birliği ülkeleri ve İngiltere’den Türkiye’ye tam 456 bin 507 ton plastik atık gönderildi. Bu, her gün 125 çöp kamyonu dolusu atığın topraklarımıza taşındığı anlamına geliyor.
Bu plastik yükün en ağır parçaları ise İngiltere (140.907 ton), Almanya (87.109 ton), Belçika (74.141 ton), İtalya (41.580 ton) ve Hollanda (27.564 ton) gibi ülkelerden geliyor. Peki, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin kendi çöpünü bize yollaması ne anlama geliyor? Üstelik bu plastik atıkların büyük bir kısmı geri dönüştürülemez durumda; çoğu ya yakılıyor ya da düzensiz depolanarak doğaya salınıyor. Çöpleri imha etmek adına yapılan bu işlemler, hem zehirli gazların havaya karışmasına hem de plastik partiküllerin toprağa ve suya sızmasına neden oluyor. Yani, bir yandan plastik atıkla dolarken diğer yandan tarım alanlarımız, su kaynaklarımız ve geleceğimiz zehirleniyor.
GERİ DÖNÜŞÜM İLLÜZYONU
Avrupa’nın “geri dönüşüm” adı altında Türkiye gibi ülkelere plastik atıklarını göndermesi, yüzleşmemiz gereken bir diğer acı gerçek. Araştırmacı Kate O’Neill’in Waste adlı kitabında belirttiği gibi, küresel atık ticareti genellikle çevre dostu bir süreç olarak lanse edilir; oysa gelişmekte olan ülkelere yönelen bu atıklar, çoğunlukla geri dönüştürülmeyip yakılmakta veya terk edilmektedir. Türkiye de bu gerçeklerin ağır sonuçlarına maruz kalıyor. Çöp ithalatını kısıtlayan birkaç Avrupa ülkesi ise sorumluluğu diğer ülkelere kaydırarak kendi “temiz” sicillerini koruma yolunu seçiyor.
BİR ÜLKENİN EKOSİSTEMİ, GELECEĞİ VE ÇOCUKLARI
Atık ithalatının durdurulması ve kendi geri dönüşüm kapasitemizin artırılması, hem çevresel hem de toplumsal sağlığımız açısından elzem. Ekonomik kazanç olarak görülebilecek bu atıklar, aslında toprağımızı, suyumuzu ve geleceğimizi tehdit eden bir zehir. Rachel Carson’ın Silent Spring adlı eserinde vurguladığı gibi, doğayı kirleterek en çok kendimize zarar veriyoruz; çünkü toprak, su ve hava, bizim “susturamayacağımız” birer yaşam kaynağı. Türkiye’nin gençleri, bu plastik atıklardan doğan zararları devralacak bir gelecek yerine, temiz ve sürdürülebilir bir çevrede yaşama hakkına sahip.
SINIRLARIMIZI PLASTİK ATIKLARA KAPATMAK: BİR GEREKLİLİK
Çevreye saygı duyan bir Türkiye yaratmak, sadece plastik atık ithalatını durdurmakla kalmaz; aynı zamanda bu çöp ithalatının arkasındaki zihniyeti sorgulamayı da gerektirir. Atık ithalatına karşı koymak, doğaya ve gelecek nesillere saygının bir göstergesi olacaktır. Türkiye, plastik atıkların değil, temiz bir doğanın, temiz bir geleceğin sınırlarını çizmelidir.