BİR PAZAR SABAHI, ANKARA KAR ALTINDA. ZEMHERİ AYAZI…

Ben bu satırları yazarken takvimler 24 Ocak’ı gösteriyor.

Hatıralarımdaki bir 24 Ocak’ta, televizyon başında iki gözü iki çeşme ağlayan annem var.
Elinden düşürmediği sigarası ve dilinden düşürmediği, “Kıydılar görüyor musun?” sözleri.
Ben daha 12-13 yaşlarındayım o zaman, “Annem bu kadar üzüldüyse iyi biridir” diye düşündüğüm kişinin cenaze töreninde ağlayan binleri gördüm. O, iyi bir insanmış; öğrendim!
Rahmetli Uğur Mumcu bu topraklarda, Atatürkçü, cumhuriyetçi, laik, antiemperyalist, bağımsız Türkiye’den yana, terörün, yobazların, hırsızların karşısında onurlu, ilkeli bir gazeteci olmanın bedelini canı ile ödedi. Türk basınının onurlu kalemi Uğur Mumcu 29 yıl önce katledildi.  “Daha dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız.” demişti; 29 yıl geçti hala yalanlayamadılar. Devri daim olsun.

***

Daha iki hafta önce yine bu köşeden Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutlarken, mesleğimizin zorluklarından bahsetmiş, zaman zaman özgürlüğümüze mal olduğunu yazmıştım. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun 2021 yılına dair bir araştırmasına atıf yapmış, Türkiye’nin Dünya’da en fazla gazeteciyi cezaevine gönderen ülke olduğunu paylaşmıştım sizlerle. O sayı bir arttı. Gazeteci Sedef Kabaş, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan tutuklandı.
Tutuklamaya konu olan ifadelerini mutlaka dinlemişsinizdir; ben duyduğumda “teşbih” diye değerlendirmiştim. Hani bir deyimimiz var;
teşbihte hata olmaz. Türk Dil Kurumu bakın nasıl açıklıyor bu deyimi: “yeri geldiği zaman çirkin, kaba bir benzetme ile anlatıma daha etkili bir hava verilmesi, saygısızca bir davranış değildir, kimse bundan alınmamalıdır” anlamında kullanılan bir söz.
Kimilerinin ifade özgürlüğü, olarak gördüğü bu sözleri savcı hakaret olarak takdir etti, mahkeme başkanı da kanaatini bu yönde kullandı. Sonuç olarak Gazeteci Sedef Kabaş tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderildi. Bundan sonraki süreci bekleyip göreceğiz.

Bu tutuklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkilenen iki nokta var. Birincisi, şiir okuduğu için mahkum olan, bu konudaki mağduriyetini her daim dile getiren, benim de hakkını teslim ettiğim Erdoğan, bugün Cumhurbaşkanı görevi ile, bir başka mahkumiyet kararının aktörlerinden oldu.
İkinci nokta ise, Sedef Kabaş’ın gece yarısı evinden alınması. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen yıl, yargı reformu kapsamında hazırlanan İnsan Hakları Eylem Planını açıklamış, “İfade vermek için mesai saati dışında gözaltına alma, otelde gecenin bir yarısı gözaltına alma gibi uygulamalara son veriyoruz” diye konuşmuştu. Bu konuşmanın üzerinden geçen zamanda ülkede ne oldu ya da Kabaş, Cumhurbaşkanı’nın bu sözünü çiğnetecek ne yaptı?
Ben bilmiyorum ama bu soruların cevapları birilerinde vardır umarım. Çünkü aksi takdirde, kuralların, uygulamaların birilerine göre değiştiğini düşünmek, hukuka güvenimi derinden sarsacak.

Fonda bir Sezen şarkısı;
“Geçer, geçer,

Daha öncekiler gibi, bu da geçer

Neler neler geçmedi ki?”

***
3310’A SAYGIYLA…

Bu 24 Ocak öyle bir gün ki, Yaşar Kemal dizelerini getiriyor aklıma.
“Bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara. O yiğitler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler. Bir daha, bir daha hiç gelmeyecekler. Hiç, hiç, hiç! Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Kalemini satmayan Uğur Mumcu’dan sekiz yıl sonra makamını satmayan bir emniyet müdürünün ardından ağladı, bir şehir, bir ülke. Terör örgütü Hizbullah’a karşı yürüttüğü operasyonlarla dikkatleri üzerine çeken Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve beş silah arkadaşı bir pusu sonrası şehit edildi.
Gaffar Okkan’ın Diyarbakır’da başardığı hele hele o yıllar düşünüldüğünde çok önemlidir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın ağırlıklı yaşadığı bölgede, vatandaşlarla emniyet güçlerinin göz göze gelmekten çekindiği atmosferde, bir Emniyet Müdürü’nün halkın sevgisini ve saygısını kazanması bölgenin huzuruna yapılmış yatırımdı. Devri daim olsun, kendisini hep o anonsu ile hatırlayacağız:

“3310’dan tüm birimlere, Diyarbakır halkına zulmedeni yakarım!”