İzmir Hükümet Konağının merdivenlerinden koşarak çıkan ve Yunan bayrağını indirerek bayrağımızı göndere çeken askerin kim olduğunu hep merak etmiştim. Kim olduğunu araştırıp öğrendiğimde Maçkalılığımdan, Trabzonluluğumdan bir kez daha utandım!
İlk öğrendiğimde kendime çok kızdığımı hatırlıyorum. Sonra kendimi avutmak için 'Bu şehri yönetenler utanmalıdır!' deyip kendimi rahatlatmak adına ucuz bir yol seçtim. Bizim onlara layık olmadığımızı bu seçtiğim yoldan bile anlarsınız.
Zaman Kurtuluş savaşının sonuna doğru gelmişti. İzmir o gün yeni bir tarihe uyanacaktı. Karargahta saatler ayarlanmış, o belirlenen saatin gelmesi bekleniyordu. İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir) öncü olarak Birinci Süvari Alayı'nı görevlendirdi. Öncü olma görevi de İkinci Tümen Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin beye verildi. Herkes Yüzbaşı Şerafettin'in saatinin beş dakika önde olduğunu unutmuştu. Kararlaştırılan saate beş kala yüzbaşı bir yaydan çıkmış ok gibi düşmana saldırmaya başladı.
O zaman anlamıştılar yüzbaşının saatinin beş dakika hep önde olduğunu; ancak artık yapacak bir şey yoktu ve o dakika taarruz başlamıştı. Yüzbaşı ve askerleri adeta uçarcasına, anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir'e doğru düşmanı denize dökmek için koşuyordu. Kaçan düşman köyleri, kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladıkları yürekler acısı manzara, hızlarını büsbütün artırıyordu.
9 Eylül sabahı saat 09.00'da Bornova'ya giren genç Yüzbaşı, Halkapınar'a doğru yürüdü. Bu yürüyüşte baskınlardan kurtularak müfreze yönünü Alsancak'a çevirdi doludizgin; yalın kılıç seksen kişilik kuvvetle şehre akmaya başladı. Müfrezesinin başında kente saat 10.30'da giren Yüzbaşı Şerafettin, Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında kırk askerini kaybederek ulaştı.
Süvariler, dörtnala Kordonboyu'ndan Pasaport İskelesi'ne geldiklerinde, bir Rum'un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin'in atının önünde patladı. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, can yoldaşı olan atının parçalanan bedenine son bir kez baktı; aklından onunla geçirdiği zaman su gibi akıp geçti. O can yoldaşını istemese de orada bıraktı ve müfrezesinin kendisine temin ettiği yeni bir at ile yoluna devam etti.
Hükümet Konağı'nın önündeyse Türkleri bu konağa kesin sokmama kararı almış olan ve yüzbaşı ile müfrezesini makineli tüfek ateşiyle karşılayan bir Yunan mangasıyla karşılaşıldı. Yüzbaşı Şerafettin'i, burada göğsüne isabet eden mermiler de durduramadı. Atından atlayarak inen Şerafettin Bey yerel halkın ve askerlerinin desteğiyle etkisiz hale getirilen Yunan mangasının önünden sıyrılarak, bir İzmirli gencin uzattığı Türk Bayrağı'nı alıp, göğsüne soktu ve sendeleyerek Hükümet Konağı'na yöneldi.
Ama burada bir sürprizle karşılaşan yüzbaşı, kapının kilitli olduğunu gördü. Emir subayı Süvari Teğmeni Ali Rıza beye bakarak kapının derhal vakit kaybedilmeden açılması talimatını verdi. Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey duruma müdahale ederek yan kapının zincirini kırıp yolu açtı. Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin, 'ALGAN'lar içinde kaldım, yaraları kim düşünür? Ölsem ne gam! İzmir'i kurtarmıştık ya! Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya!' diye avazı çıktığı kadar bağırdı meydanın boşluğuna.
Belkahve'den tarihi günü izleyen başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın yanında Fevzi ve İsmet paşalar olduğu halde 10 Eylül sabahı İzmir'e gelişi görkemli oldu, kent adeta ayağa kalktı. İzmir'e girişinden iki gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşı'ya, 'İzmir' adını da ismiyle beraber kullanmasını önerdi. Genç subay da paşasını kırmadı ve soyadı kanununa kadar isim olarak adıyla beraber 'İzmir’i' kullandı, soyadı kanunun çıkmasından sonra 'İzmir' soyadını aldı.
İşte İzmir'e Türk bayrağını diken şerefli yüzbaşımız Maçkalı Hacı Mehmet'in kızı Bahriye'nin oğlu (daha sonradan albaylığa kadar çıkan) Şerafettin Albaydır.
Soyadı kanunu çıktığında Maçka'da bulunan akrabaları Şerafettin Albaya:
"Biz ne soyadını alacağız?" diye danışırlar. Şerafettin Albay da:
"İzmir soyadını bana Atatürk verdi. Size bunu veremem; ama biz İzmir'i alganlar içinde mücadele ederek aldık. Sizin soyadınız da Algan olsun!" dedi.
İşte o günden beri Serafettin albayın Maçka'da bulunan akrabalarının soyadı Algan'dır. Büyüklerimiz diş doktoru Nizamettin Algan ve avukat İlhami Algan bu soyadını taşıyan hepinizin tanıdığı iki kişidir. Buradan bütün Alganlar'a selam olsun. Afrika'yı kurtaran Türk Dr. Celalettin Algan'ın da mekanı cennet olsun.
Bu topraklar çok büyük kahramanlar ve insanlar yetiştirmiştir sen unutsan ve hatırlamak istemesen bile! Evet, sana diyorum! Bu yaşadığın toprağın kıymetini bil! Bu topraklar yaşadığın elli altmış yıldan ibaret değildir. Bunu sakın unutma; bunu unutturmayacak insanların olacağını da unutma!
Bu sözleri ben dahil Maçka'da yaşayan herkes için söylüyorum. Çünkü kendi yaşadığımız zaman diliminde Maçka'yı düşünüp küçültmeye çalışmayalım! Geçmişi hatırlayalım, araştıralım ve okuyalım.
Maçkalı, Türk bayrağını canıyla kanıyla hiçbir beklentisi olmadan böyle diker. Mekanın cennet olsun. Maçkalı olarak ismini yaşatamadık, seni anlatamadık! Kısacası sana layık torun olamadık! İnşallah bizi affedersin!
Not: Bu yazdıklarım Şerafettin albayı tanımamız için yeterli değildir. Sadece onu hatırlatmak istedim.
Kaynak Yazar: Dr. Umut Cafer Karadoğan'ın yazısından alıntılar yapılmıştır. Kendisine şükranlarımı sunarım.
Turhan Eyüboğlu
Maçka