Hayatımızın bir köşesine yerleşen hüzün, değişen zamanlarda ve mekânlarda karşımıza çıkıyor. Zaman değişir, mekân değişir, özneler değişir ama anlamlar ve duygular değişmez. Bir yokluk ânında yine bilindik duygusu ile yüzleşir insan.
Bazen bir damla olur süzülür gözünden hüzün bazen çıkaramadığı bir ses olur, çoğu zaman ise gecenin karanlığına saklanmış bir hıçkırık. Eski bir fotoğraf karesinde, bir film sahnesinde, kaldırımda yalnız uyuyan evsizde. Hüzün düşmüşse gönle bir kere esen yel de habercisidir, doğan güneş de. İnsan bir kere düşmeye görsün hüzne, gönül özleyiverir bu duygusunu da o zamansızlığın içinde.
Ne çok hüzünlerimiz oldu bu hayatta üstesinden gelemeyeceğimizi düşündüğümüz. Günlerce, gecelerce umutla beklediğimiz... Bitmeyen zamanlarda hüzne karşı duruşumuz sabır oldu. Zaman öğretti ki kâinatın sırrı sabırda gizliymiş. En derin hüzünlerimize sabrederek “metanetli” olduk. Öğrendik ki hüzne sabretmenin adı “metanet” oldu.
Ağladık hüzünlerimize, gizleyemedik duygularımızı. Duygularımıza sabrettik, gözyaşı oldu aktı duygularımız. Duyguya sabretmenin adını “gözyaşı” koyduk. Hüzünlerle öyle yoğrulduk, öyle yalnızlaştık ki yanımızda kimseler olmadı. Yalnızlığa sabrettik, adı hoşgörü oldu.
Ve hüzünlerimizi unutmak için bütün dileklerimize sabır, dua oldu dillerde.
İşte böyle bir hüzün ânını sabırla yoğuruyor o küçük yürek. İnsanlığı kıyama çağırıyor. Zaman duruyor. Mekân anlamını yitiriyor. Bütün çığlıklar sessiz, bütün görüntüler bulanık.
“Babam öldüğünden beri kimse bana ceket almadı.” diyor ve sabrı gözyaşı olup akıyor. O an tüm ceketleri atası, tüm babaları diriltesi geliyor insanın. Üşüyen bedeni değil, yüreği yavrucağın. Hüznü olmayan ceketine değil, gelemeyen babasına. Biliyor ki babası olsaydı üşütmezdi onu bu soğuk hava. Eksileri gösterse de dereceler ısınırdı yüreği babasının yüreğiyle. Yeter ki eli elinde olsun. Bilinirdi ki babaevi aslında üzerinden hiç eksilmeyen baba eliydi. O elde büyü gizlidir. Kavrayınca yavrusunu buzulları bile eritir. Öyledir babalar... Yokluğun içine saklanan varlığın yansımalarıdır. Ve yokluklarında ölüm bile üşür. Ne gidilecek bir ev kaldı babaya ait ne eline sarılacak bir baba. Bu yüzden ceketsiz kaldı tüm çocuklar.
Şimdi hüzün bir ceket oluveriyor hepimizin sırtında. Ağırlığı ile insanlığı eziyor, omuzları düşürüyor. Bildiğimiz anlamından soyutlanıyor. Bu kez ısıtmıyor, soğutuyor bedenleri. Ve sorguluyor insanoğlu bu dünyadaki varlık sebebini. Sahi bir ceket dahi olamadık mı bu çaresizliğin sırtına?
Var mı bu duygunun dilimizde bir karşılığı. Türkçedeki hangi kalıpla ifade edelim bu çaresizliğimizi, hangi kelimeye karşılık getirelim içimizi titreten bu ceketsizliği?