Türkiye’de en sık duyulan nara; “sen benim kim olduğumu biliyor musun? haykırışıdır. Bu; artık varoşlardan sokaklara, sokaklardan caddelere, caddelerden cami önlerine kadar uzanan, son dönemlerin en gözde hava basma girişimidir. Tabii ki bu haykırış; tarza uygun bir yürüyüş ve kırma topuk bir tavırla, desteklenmeli ki eksik kalmasın. Bu bütünleşme sağlanmışsa, işlem tamamdır korku salınmış, ego tavan yapmıştır. Her türlü insani beklentiler, bu yüksek egonun ayakları altındadır.
Bu haykırış; bütün olmazları oldurur, haksızı haklı, zalimi güçlü kılar. Zaten güçsüz olan haklı, çoktan gömülmüştür artık.
Oysa sokaklarımız; huzurun, dostluğun ve selamlaşmanın egemen olduğu efsane bir geçmişe sahipti. Nadiren de olsa bu tür bir olumsuzluk yaşandığında mahallenin adaleti devreye girer bu tiplere asla pirim verilmezdi.
Ne yazık ki şimdilerde toplum olarak, bu haykırışın yarattığı korku dünyasına girmiş durumdayız. “ Bu devirde kimseye bir şey denmez”, “Neme lazım kardeşim”, “ Amaan beni ne ilgilendirir”... vb gibi söylemlerimizle meydanları, mahalleleri ve geleceğimizi güvensiz bir yolculuğa çıkartmış durumdayız.
Haykırışın sahibi benim güçlü bir “dayım” var algısı yaratmaya da özen gösterir. Böylece yanlız olmadığını, herkesin aklını başına alması gerektiğini ima eder. Her durumda akla gelen, ancak kimliği tam olarak bilinmeyen “dayı”; bazen zengin bir kimliği, bazen feodaliteyi, bazen de idari yada siyasi bir makamı tarif eder. Karşısında ki her kimse artık bu güç karşısında ezilecektir ve yürü ya egom anlayışı devam edecektir.
Aslında, bu seviyesizliğe ulaşan sözde itibarlı kişiler; sadece o an karşısında olan kişiye değil; hakka, doğruya ve bütün insani değerlere karşı toplumsal bir suç işlemişlerdir. Yaratıkları kaotik ortam ne yazık ki bulaşıcıdır ve masumiyetin yaşama alanını daraltmaktadır.
İşler asla böyle yürümemeli, buradan oluşturulan korku, topluma hakim olmamalıdır. Çaresizler, haklarını bu naraların insafına bırakmamalı, sokaklar bu haykırışların egemenliğine teslim olmamalıdır.
Artık toplum olarak bu haykırışlara kulak tıkamalı ve “ Ben bu ülkenin vatandaşıyım ve güçlüyüm. “ duruşunu sergilemeliyiz. Bilmeliyiz ki bu tiplerin yaratmak istediği güç, çakmadır; bizim endişelerimizden ve korkularımızdan beslenmektedir. Ne yazık ki giderek güçlenen teslimiyetçi toplumsal yapımız bu hastalıklı tiplerin güçlenmesine ve yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır.
Toplumun, bu kırma topuk tiplerin kıskacından kurtulması için; başta hukukun; bu kaotik ortamda aşağılanan kimselerin yanında olduğunu güçlü bir sesle haykırması lazım. Zira hukuk, herkesin adamı, herkesin dermanıdır. Ayrıca yerel ve merkezi yöneticiler, bu türden çıkışlara asla pirim vermemeli, zira “güçlünün adamı” iması bile, bu yapının güçlenmesine yol açar, zayıfı güvensizlik dünyasına savurur.
Ayrıca okulların ve camilerin de bu hukuksuz zeminin düzeltilmesi için mutlaka devreye girmesi gerekir. Zira sokakların, meydanların, köşe başlarının bu anlayıştan kısa zamanda kurtulabilmesi çok yönlü emeği gerektirir.
Meydanlar bu tür mafyatik çıkışlara bırakılamaz.
Bizim de dayımız var ve o; herkesin dayısı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Bizim de güvencemiz var ve o; herkesin güvencesi, Türk adaleti.