BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU: ANADOLU’NUN RENKLİ NEFESİ (1911-1975)

Bir ressam düşünün ki Anadolu’nun her taşını, her ovasını bir nakış gibi işlesin. Bir şair düşünün ki mısralarına halkın sesi, renklerin ahengi dolsun. Bedri Rahmi Eyüboğlu, bu toprakların bağrından kopup gelen, gelenek ile moderni harmanlayan, sanatıyla yüzyıllara köprü kuran bir sanatçıydı. Görele’de doğan Bedri Rahmi’nin sanat yolculuğu, Trabzon Lisesi’nde karşılaştığı Zeki Kocamemi ile başladı. Henüz lise sıralarındayken aldığı bu ilk kıvılcım, onun sanatını ömür boyu şekillendirecek tutkunun ateşini yaktı.

Ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun Paris’ten gönderdiği kitaplar, onun sanat ufkunu genişletirken, 1929’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne adım atması, sanata adanmış bir yaşamın ilk sağlam adımı oldu. Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı’nın atölyelerinde eğitim aldı. Ancak 1931 yılında Paris’e gidip Cézanne, Van Gogh ve Gauguin gibi ustaların eserleriyle tanıştığında, sanatına bambaşka bir yön verdi. Paris’te André Lhote’un atölyesinde desen ve kompozisyon çalışırken, hayat arkadaşı Eren Eyüboğlu ile tanıştı. Bu dönem, yalnızca akademik bir öğrenme değil, aynı zamanda içsel bir keşif yolculuğu oldu.

(Sarı Saz Çorum)

Bedri Rahmi’nin sanatında Anadolu’nun izi, ilk gençlik yıllarından itibaren belirgindi. Halkın gündelik yaşamını, geleneksel el sanatlarını ve halk edebiyatını eserlerine taşırken, modern resim tekniklerini bu kültürel birikimle harmanladı. Kilim motifleri, yazmalar, nakışlar, Osmanlı minyatürleri ve Bizans mozaikleri, onun fırçasında yeniden hayat buldu. Ancak bu unsurları yalnızca bir dekor olarak değil, çağdaş sanatın diline dönüştürdü.

(Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Anne ve Çocuk”, kağıt üzerine guaj)

Bedri Rahmi’nin sanat kariyerinde dönüm noktalarından biri, Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenlediği Yurt Gezileri kapsamında Anadolu’nun farklı köşelerine yaptığı seyahatlerdi. 1938 yılında Edirne’ye, 1942 yılında ise Çorum’a ve oradan İskilip’e gönderildi. Anadolu’nun kültürel zenginliğiyle daha derin bir bağ kurdu. Bu gezilerde halay çeken kadınlardan saz çalan âşıklara, halkın yaşamına dair sahneleri resmetti. O dönemde yaptığı eserler, yalnızca bir sanatçının gözlem gücünü değil, Anadolu insanına duyduğu hayranlığı da ortaya koydu. Yurt Gezileri sonrası sergilenen eserleri, halkın nakışlı ruhunu tuvallerine taşırken, ona büyük ödüller getirdi. Bedri Rahmi’nin eserlerinde renk, çizgi ve leke sadece birer görsel unsur değil, birer hikâye anlatıcısıdır.

İstanbul onun için bir ilham kaynağıydı. Boğaziçi’nin mavi suları, eski yalılar, pazar yerlerindeki canlılık, onun tuvallerinde birer şiir gibi resmedildi. İstanbul’un tarihi ve çok katmanlı kimliği, onun sanatında hem soyut hem de somut bir gerçeklik olarak hayat buldu. 1958’de Brüksel Dünya Sergisi için yaptığı 227 metrekarelik mozaik pano, onun yalnızca tuvalde değil, mimari eserlerde de ustalığını sergiledi ve kendisine uluslararası bir ödül kazandırdı.

Bedri Rahmi, aynı zamanda yazma sanatıyla ilgilendi ve bu geleneksel el sanatını modern bir yoruma dönüştürdü. Yazmalar, onun sanatında adeta bir köprü oldu; halkın yaşamını ve desenlerini tuvallerine taşıyan bir araç haline geldi. 1950’li yıllarda yaptığı soyut eserlerde, geleneksel motifler ve modern kompozisyon anlayışı bir arada görüldü. Bu eserlerde Anadolu’nun ruhu, modern sanatın diliyle yeniden şekillendi.

(Baltabas, Kemençeci ve Hamsi 1958 Yapımı, Kağıt üzerine)

Sanatının temelinde yatan hümanizm anlayışı, yalnızca sanat eserlerinde değil, yaşam görüşünde de kendini gösterdi. Anadolu’ya duyduğu hayranlık ve bu coğrafyanın kültürel birikimine olan bağlılığı, onu diğer sanatçılardan ayıran en önemli özelliklerdendi. Atölyesinin girişinde yazılı olan yemin, onun bu sanatsal ve insani duruşunun özeti niteliğindeydi:
"Kendi aramalarımı, denemelerimi katacağıma; klişeleşmiş, tadı tuzu kalmamış hiçbir şeyi tekrarlamayacağıma; her renge, her çizgiye kendi ömrümü basacağıma yemin ederim."

Bedri Rahmi Eyüboğlu, yalnızca bir ressam, şair ve yazar değil, aynı zamanda Anadolu’nun renkli nefesini dünyaya taşıyan bir kültür elçisiydi. Onun sanatı, geçmiş ile geleceği buluşturan bir köprü, halkın hikâyesini anlatan bir destandı. Bugün eserlerine baktığımızda, onun sanata duyduğu bağlılığı, Anadolu’ya olan sevgisini ve bu toprakların eşsiz ruhunu tüm derinliğiyle hissediyoruz.

(Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Figüratif”, kağıt üzerine guaj)

Sitem
Önde zeytin ağaçları, arkasında yar.
Sene 1946, mevsim sonbahar.
Önde zeytin ağaçları, neyleyim, neyleyim dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.

Yar yar! Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar.
Değirmen misali döner başım.
Sevda değil bu bir hışım.
Gel gör beni darmadağın.
Tel tel çözülüp kalmışım.

Yar yar! Canımın çekirdeğinde diken,
Gözümün bebeğinde sitem var.

(Aşık Veysel, 1953)

(İstanbul, 1955)