Peyami Safa bir fıkrasında doğulu ve batılı olma meselesini ilmi verilerden de yararlanarak güzel ortaya koymuş.
İstanbul aydınında öteden beri bir Avrupai adam olmak özlemi vardır. Batılılar gibi “prensip sahibi”, metodlu, işlerini rasyonel “akit” bir düzene koymuş, her gün saat kaçta ne yapacağını ve ne düşüneceğini bilir, randevularına dakikası dakikasına sadık, ziyaretlerini ihmal etmeyen, mektuplara zamanında cevap veren ve vazife hayatı saat gibi işleyen adam olmak, belki Tanzimat’tan beri bazı İstanbul aydınlarının ideali hâlinde yaşamıştır. Kılığı, kıyafeti, hayat üslûbu, tavrı, edası ve insanlarla münasebeti bakımından bu medenî adam tipini gerçekleştirmiş Osmanlı aydınlarına rastlamadım değil. Bu insanlara “çelebi adam”, “efendi adam”, “dest un Monsieur” dendiği de olurdu. Kısacası İstanbul aydını mükemmelce bir adamın vasıflarını Batılı adamda, Avrupai adamda arıyordu.
Evet böyle bir tarzımız olageldi. Sanki bu hasletler mazimizde yokmuş gibi referansı Batı olarak aldık.
Neyse güzel davranışlar, nereden gelirse gelsin hayatımıza onları tatbik etmeye itirazım yok. Benim itirazım kendini batılı satıp, ne batılı ne de doğulu olanlaradır.
Böyleleri için Peyami Safa şu yorumu getirmiş:
Son günlerde batılı adam olmak hasreti bazı yazarlarımızda da tepmiş. Fakat onların batılı adam tipi mükemmel adam hayalini değil, maddi adam, dinsiz adam, hatta solcu adam tipini canlandırıyor.
Katılmamak mümkün mü?
Memlekette aydın tiplemesi son tahlilde ifadesini bulan güruhlara kalmış. Onlar televizyonları işgal ediyor, onlar yazar-çizer olarak lanse ediliyor.
Hâlbuki bizim milli ve dini referanslarımızda mevcut olan iyi insan tiplemesi memlekette siyasetten, ticaretten, sanattan uzak tutuluyor.
Her yeri okuyan, bir yöne değil bütün yönlere ahizesini tutanlar yorumcu koltuklarına çağrılmıyor. Umarım bu yanlıştan dönülür.
Zira batılı olmak batıl olmak olmasa gerek.