Altı şubat, saat: 4.17, bir felaketin on bir ili, ilçeleri, kasabaları, köyleri yerle bir ettiği, binlerce canı, insanı, hayvanı alıp gittiği, enkaz altında bıraktığı zamandır. Can pazarının yaşandığı, çürük betonla hesaplaşmanın yapıldığı, binlerce canın ses duyuramadığı, çıkarsal yanlışlıklarla yapılan cinayet betonlarının yerle bir olduğu, 20 yıldır izlenen kine, nefrete dayalı düşmanlaştırma ve Türkiye’yi dünyadan soyutlayarak yalnızlaştırma politikalarına rağmen insanlarımızı kurtarmak için dünyanın öbür ucundan köpekleriyle koşup gelen yüzlerce ekibin ellerini uzattığı bir felaket; yüreğini, bilgisini, becerisini, bir can daha kurtarma umuduyla sadece ellerini değil, bedenlerini, kafalarını da taşın altına koyan “düşmanlardır!” bunlar!

11 İl 7.8 ile, 9 saat sonra 7.6 ile ikinci bir depremi daha yaşadı. Binlerce artçının oluştuğu bölgede milyonlarca insan evsiz, yersiz, yurtsuz kaldı. Etkili-yetkili kurum ve kuruluşlar zamanında müdahale ederek beceriksizliklerinde ötürü enkaz altından “can kurtarma” işlemlerini başlatamadılar. Büyük bir organizasyonsuzluktan ötürü kurtarma ekipleri, yardımlar deprem alanına ulaştırılamadı. 

Cumhurbaşkanı, “maalesef ilk birkaç gün içinde arzuladığımız hizmeti Adıyaman’a getiremedik. Bu yüzden sizlerden helallik istiyorum” diyor. Hizmetin yetersizliği, koordinasyon beceriksizliği ve hizmetin aksaması başka nasıl anlatılacak, itiraf edilecekti?

Hükümet, etkili-yetkili kurum ve kuruluşlar, muhabirler kadar olamadı. Kameraların ilk görüntüleri kazazedelerin yakınlarını kurtarmaya çalışmalarıydı. Halk mikrofona ve kameralara “devlet nerede” diye soruyor; “Kızılay, asker, jandarma bizi kurtarmaya neden gelmedi” diyor. Halk yalnız ve çaresiz; kendi olanaklarıyla, çökmüş tüm umutlarıyla enkazı kazıyor, yakınlarını kurtarmak için kendini paralıyor, parmaklarını patlatıyor.

Hükümet ve yetkililer “biz oradaydık” diyor ama hiçbir kamera AFAD’ı, KIZILAY’ı göstermiyor. Halk, “canlarımız, sevdiklerimiz, yakınlarımız, çoluğumuz çocuğumuz enkaz altında. Neden kimse kurtarmaya gelmiyor? Beton bıloklar, direkler var, kaldırmaya gücümüz yetmiyor. Yakınlarımızı ellerimizle, tırnaklarımızla kazıyarak kurtardık. Enkaz altında kalanlar çaresiz, elimizden bir şey gelmiyor, biz çaresiz. İnildeyen sesleri öldürüyor bizi, kahroluyoruz. Onlar orada ölürken biz neden yaşıyoruz” diye feryat ediyorlar.

Hükümet, “ilk günden itibaren biz halkımızın yanındaydık” diyor, kendi televizyonları dahi “orada olan(!) hükümeti göstermiyor.” Devlet vatandaşının yanında yok. Devlet-hükümet AFAD’dır, KIZILAY’dır. “AFAD-KIZILAY nerede” diye soranlara “küfür” nitelikli, hakaretamiz sözler söylemesi hem sorunun yanıtı değil, hem de soruna çözüm değil. 

Sokakta, soğukta, karda, kışta, yağmurda barınağı olmayan on binler, yüz binler var. Yaralılar, aç, üstünde, başında olmayan, çıplak, yalınayak, terlikli olanlar var, su yüzü görmeyenler var. Yüz binler, milyonlar açıkta ve yaşama dair ne varsa hepsine muhtaçlar. Yardımın her türünü, enkaz altından kurtarılmayı bekleyen ve ölümle yarışan insanlar için bir an önce “kurtarma ekiplerinin sahada olmasını” sabırsızlıkla gözleyenler var. Her enkaz başında çığlıklar var, iniltiler, yakarışlar var.

Hükümet, “biz oradaydık” diyor, ama Zonguldak Madencileri tüm engellemelere rağmen 35 saat sonra, hemen ardından da AFAD ve KIZILAY deprem alanına intikal etti. Alınan bir kararla ordu 72 saat sonra hizmet vermeye, enkaz altından insan kurtarmaya başladı. Hava alanlarına gelen sivil toplum kuruluşları AFAD beceriksizliği yüzünden uzun süre bekletildi.

Yurt dışından köpekleriyle, -kalp-nabız atışlarını duyan hassas cihazlarıyla gelen-onlarca kurtarma ekibi oldu. İçlerinde “dostlar” olduğu gibi siyasetin savaşmaya ramak bıraktığı Yunanlar, Ermeniler, İsrailliler “de kötü gün dostları olarak geldiler.” 61 Ülkeden 5194 kişi kurtarma çalışmalarına katıldı. O halklar bizim düşmanımız değillerdi, çıkarları için düşman olan, düşmanlaştıran siyasilerdi. Pakistan’dan 52 kişilik bir ekip gelirken, Tayvan 44 kişilik, Avusturya 112 kişilik ekiple kurtarmaya katıldı. İsveç bile 150 poliüretandan yapılma 150 çadır gönderdi, arkası da gelecek.

Eşini, çocuğunu, anasını, babasını, kardeşlerini, akrabalarını kaybeden, acıdan yüreği yanan, kavrulan, devleti yanında göremeyen ve kendini yalnız hisseden vatandaş, “devlet nerede” diye bağırıyor. Hükümet AFAD’dır, KIZILAY’dır. AFAD’ın organizasyon bozukluğundan hiçbir örgüt ilk iki gün halka ulaşamadı, kurtarma işine başlayamadı. Sonra AKUT, AHBAP, Madenciler, UMKE, JAK, ordu, belediyeler, itfaiye ekipleri, gönüllüler, üzerinde iş makineleriyle bekletilen tırlar dört koldan çalışmalara başladı. Birlikte sarılacaktı tüm yaralar, birlik olmadan felaketin altından kalkılamazdı. Aradan 24 gün geçmesine karşın, hala çadırsız, konteynirsiz insanlar, aileler var.

Acıdan, çaresizlikten isyan edene, bağırana, ağlayana “küfür” küçüklüktür. İlk iki gün yanında göremediği AFAD için, KIZILAY için başka ne diyecekti? Devlet kurum ve kuruluşlarının gücü, büyüklüğü, etkinliği “yönetimin bilgisine, becerisine, liyakatine” bağlıdır.

Dış ülkelerden salt kurtarma ekibi gelmedi. Her türlü insani yardımla, sahra hastaneleri, sahra eczaneleri, doktorlar geldi. Kimi yabancı devlet adamları, kimi futbolcular, sanatçılar öncülük ederek bireysel topladıkları paralarla yanımızda oldular, bizimle birlikte canlarımızı kurtarmaya çalıştılar, destek verdiler. Onlar “dış güçler” değil, bizim barış güvercinlerimizdir; “yurtta sulh cihanda sulh” diyen insan severliğin vazgeçilmez emekçileridir. Selam olsun onlara. 

Sevgiyle, esenlikle kalınız…