Bir resmin adı, resmin nasıl okunacağını izleyiciye gösterebilir. İzleme süreci bakan için bir okuma önerisine dönüşebilir ve görme süreci başlayabilir.
Carl Larsson' un "Yaşlı Adam ve Yeni Fidanlar" resmi 1883 yılında yapılmış bir suluboya.. Stockholm Ulusal Müze kataloğunda ona ilk rastladığım anda büyülendim. Eser, plastik olarak kusursuz olmasının yanında ismiyle beni çok etkilemişti.
Ünlü felsefeci Wittgenstein " Adlandırılmayan yoktur" sözüyle düşünceyi kaynağından okumaya davet eder. Her şeyi anlamak zorunda olmadığımız gibi her şeyi adlandırmak zorunda olmadığımız önermesiyle bizi tokatlar. Anlamın yoksulluğu ve zenginliği bu sözle başlar. Başka başka okumalar, insanların imge dünyasını zenginleştirir. Bazen isimler, imgeler ve tüm o şeyler bizi dünyayı farklı okumalara davet eder.
"Yaşlı Adam ve Yeni Fidanlar" resminin yaratıcısı Carl Larsson, dönemin Fransız İzlenimcileriyle temas kurmaya istekli değildi; bunun yerine, diğer İsveçli sanatçılarla birlikte, Empesyonizm gibi radikal değişim hareketinden kendini soyutladı. Açık hava ressamlarının sığınağı olan Barbizon'da iki yaz geçirdikten sonra, 1882'de İsveçli ressam meslektaşlarıyla birlikte Paris dışındaki bir İskandinav sanatçı kolonisi olan Grez-sur-Loing'e yerleşti.
Resme bakıyorum ve büyüsüyle bende yaşamaya başlıyor. Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. Toprak ve yosun kokularını aynı anda alıyorum.
Yaşlı adam fidanlarla ilgileniyor, tarlanın etrafındaki yabani otları temizliyor. Bir yandan ufka doğru bakıyor. Yağmuru bekler gibi bir hali var. Üç tane fidanın suya yansımasını görüyorum. Fidanlar sanki yaşamın üç aşamasını temsil eder gibiler, doğumu, yaşamı ve ölümü.
Köye doğru giden bir yol var. Yolun ortasında bir erkek çocuk, sırtını köye dönmüş bize doğru bakıyor. Çocuk sanki giyinmiş köyden kaçmak, ayrılmak ister gibi öylece kıpırtısız duruyor. Çocuğun arkasından mavi elbise giymiş bir kız çocuğu çimlerin içine gömülmüş yaşlı adama bakıyor.
Biz resme suyun karşı kıyısından bakıyoruz Karşı kıyıdayız ve resmi sadece izlemiyoruz, sanki resmin adı bize hayatın anlamına dair çok şeyler fısıldıyor. Suya yansıyan yaşam mı, ölüm mü? Bu soruyu sıklıkla bize sorduruyor.
Zamanın birinde, bir köydeyiz. Sessizliği, dinliyoruz. Ne ağaç kesme motorlarının sesi var ne başka bir mekanik dış ses. Sadece kuş seslerini duyuyoruz. Yaşlı adam, uzaktan parlayan şimşekleri izliyor ve birden yağmur başlıyor. Erkek çocuk çoktan köyden ayrılmış. Kız çocuğu koşarak eve girmiş penceredeki yerini almış. Yaşlı adam yavaş adımlarla yolun sonundaki evin açık kapısından içeriye giriyor. Kapıyı kapatmıyor bunun bir anlamı olmalı...