O; birilerinin annesi, mahallenin ise Ayşe Aba’ sıydı. Nisan ayından beri zapt edemediği özlemini yollara salmış, gerçek vaktin gelmesini beklemeye koyulmuştu.
Hazırlıklar çoktan tamamlanmış, ahır ziyaretleri sıklaşmıştı. Her geçen gün heyecan artıyor, yaylanın büyüsü dilsiz hayvanları bile dillendiriyordu. Sanki bir ilk yaşanacak, o cennet dünyanın keşfine çıkılmak üzere yola revan olunacaktı. Ayşe Aba kıpır kıpırdı, ne yaşını ne de ağrılarını dert ediyordu.
Artık durulma zamanı gelmemiş miydi? Niçin vazgeçemiyordu? Oğlunun; göçerlik, Orta Asya’nın derinliklerinde genlerimize işlenmiş açıklamasından da pek bir şey anlamıyordu doğrusu.
***
Son yıllarda Ayşe Aba’yı başka bir dertlenme de almıştı. Araba sırtında göçmeyi bir türlü yakıştıramıyordu kendine. Her göç zamanı teknoloji O’na, bir yenilgi hissi daha yaşatıyordu. Zaman zaman iç çekerek o iki günlük çileli yolculukları yad ediyordu. Göçmenin tadı ordaydı ve orada kaldı diye hayıflandığında, kucağından düşürmediği torunları bu yakınmadan asla bir şey anlamıyorlardı. Bazen hayıflanmakla kalmıyor, ilerleyen yaşına ve gelişen ulaşım ağına sitemle, göç anılarının bohçasını açıp dinleyenlerini o masalsı yolculuğa katmak istiyordu.
Her cümlesi çile ve her cümlesi bir o kadar da mutluluk doluydu. Her adımı; ayak tabanından bedenine süzülen ızdırap ama bir o kadar da mutluluğa açılan kapıydı. Ne yağmura aldırmış ne de fırtınaya, ne azgın güneşe teslim olmuş, ne de kör karası sise. Yokluğunu varlık kılarak, herkesin gözünde tarihi bir “Göç Ana” olmuştu. Zira daha göçmeden mahallelinin kete, helva ve benzeri siparişlerini de yüklenirdi. Ve mahalleli Ayşe Aba’nın güz dönüşünü sabırsızlıkla beklerdi.
***
Ah bu yaşlılık! Eski takati olsa bakmayacak ne kamyonun tarafına ne de yolların asfalt oluşuna. Bismillah deyip düşecek gelin gibi süslediği hayvanlarının ardına gözleri kapalı.
***
Neydi bu yeni neslin kıymet bilmezliği, ne insana saygı kaldı ne de anılarına. Ne çabuk ta tüketilip, araç sırtından aşırıldı bilinmezlere...
Artık ne hayvan sevgisi kaldı ne de uğurlama ritüeli, göç patikaları kıymet bilenlerin gönlüne gömüldü.
Ne keşan kaldı ne de peştemal, ne sarı kızın süsleri ne de koyun sürüsünün zilleri.
Ne kelif kaldı ne de hartema. Tandırı çoktan gömdük, yayığı da elektrik direğinde darağacına çektik.
***
Ne sevdalar yaşamıştı Ayşe Aba ve de ne sevdalara tanık olmuştu. Gözyaşıyla kahkahayı yol katığı yapmıştı kendine. O’nun için, Özgürlüktü göçmek ve mutluluktu özgürlüğe göçmek...
***
Ve Ayşe Aba doyamadan tarifsiz çilesine, son kez sarılamadan “yayla gülüne” ve bir çok anısını gömerek içine, yine bir göç zamanı göç etti ölümsüzlüğe...