Millî kültürün beslediği "millî benlik" devletin varlığıyla adeta özdeştir. Bunun en iyi misali de İstiklâl harbimizdir. Bütün maddi imkanlardan mahrum olan Türk Milleti bu mücadeleyi imanıyla inancıyla, manevî kültür mirasıyla, millî şuurunun kuvvetliliğiyle kazanmıştır. 16 Mart 1923'te Adana, Türk Ocağında yaptığı konuşmada konuyu Ulu Önder şöyle açıklar: "Bu millet millî benliğini idrak ve bütün benliğini ispat eylemiştir. Milletleri yükselten bu hususiyetleri bir âmil daha ilave edilir. İntikam hissi. Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu bayağı bir intikam değil, milletin hayatına, istikbâline, düşman olanların zararlarını gidermeye yönelen millî bir intikamdır." Bu hissi verecek olan da millî kültür, millî şuur ve millî tarihtir. Mevcudiyetimizi meydana getiren maddî ve manevî kültürümüzdür. Bu sebeple Millî Eğitimin esas vazifesi "Millî hissi" canlı tutmak olmalıdır. Atatürk'ün dediği gibi "Millet analarının, millet babalarının, millet hocalarının ve millet büyüklerinin her yerde ve her işte millet çocuklarına, evde, mektepte, orduda, fabrikada ve her yerde milletin her ferdine bakmaksızın ve mütemadiyen verecekleri millî terbiyenin gayesi işte bu yüksek millî hissi sağlamlaştırmak olmalıdır"
Millî kültürün yerleşmesinde en önemli görev eğitim kurumlarına düşmektedir. Atatürk bu kurumun önemini 1922 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirir: "Efendiler yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hudutları ne olursa olsun, en evvel ve herşeyden evvel Türkiye'nin istiklâline, kendi benliğine, millî an'anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumunu öğretmelidir. Beynelmilel vaziyeti cihana göre, böyle bir cidalin iltizam eylediği anasır-ı ruhiyye ile donatılmayan fertler ve bu fertlerden mürekkep olmayan cemiyetlere hayat ve istiklâl yoktur"
Çocuklarımızın ve gençlerimizin kendi varlığına düşman olan unsurlarla mücadele edecek şekilde yetiştirilmesi Atatürk'ün emir ve direktifleri arasında olduğuna göre, Millî Eğitim programlarımızın bu hedefi gerçekleştirecek şekilde programlanması, Türk çocuklarına yabancı fikirlerden uzak ve onlarla mücadele edebilecek bir "Millî ruh" verilmesi, millî seciye ve tarihimize uygun sistemlerin okullarımızda yerleştirilmesi Türk milletinin varlığı için zaruridir. Memleket ve milleti kurtarmak isteyenler için hamiyet, hüsniniyet ve fedakârlık önde gelen hususlardır. Bu hususiyetlerin verilebileceği yer ise en başta okuldur. "Bir millî terbiye programından bahsederken eski devrin hurufatından ve evsaf-ı fıtriyemize hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden uzak millî seciye ve tarihimize uygun bir kültür" verilmesi O'nun en büyük amacıydı. Gençler ancak yabancı kültür emperyalizminden, bu düşüncelerin verilmesiyle kurtarılabilir. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara "bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile birliği ile tearuz eden bilûmum yabancı anasırlar (fikirlerle) mücadele zarureti öğretilmelidir”.
"Bugünün evlâtlarını yetiştiriniz, onları memlekete, millete faydalı uzuvlar yapınız. Bunu sizden talep ve rica ediyorum" diyen Mustafa Kemal Paşa, Türk gençliğinin eğitiminin ihmal edilmeyecek hayati bir mesele olduğunu bütün eğitimcilere bildiriyordu.
Tarihteki Türk devletlerinin yıkılma sebeplerinin başında "Millî Kültür"den uzaklaşma gelmektedir. Tabgaç hükümdarı TOPA SİYÜN (452-465) Türk kültüründen uzaklaşarak memleketinde Budizmi serbest bırakmıştır. Bunun sonucunda ise Türkler Çinlileşmişlerdir. Çin kültürünün ve Buda dininin benimsenmesiyle atalarının kudretli askeri karakterini kaybedip, altıncı yüzyılın sonunda parçalanarak Çin milletinin içinde eriyip gitmişlerdir.
Uygur Türk devleti ise Çin'den maddî medeniyet, hukuk ve idare unsurları ile Hindistan'dan Budizmi, Soğd ve Toharlar’dan Hellenistik sanatı; İran'dan Maniheizmi, Akdeniz havzasından Süryani rahipleri ve yine Soğdlar vasıtasıyla Nesturi-Hristiyanlık ve Hellenistik edebiyatınıalarak, millî kültürlerinden uzaklaştılar, ve diğer milletler içinde kaybolup gittiler.
II. GÖKTÜRK hükümdarı Bilge Kağan (716-734) Türk kültüründen uzaklaşma eğilimine girerek, Budist ve Taoist inancının Türkler arasında yayılmasını Devlet Meclisine getirir. Bu duruma şaşıran Bilge Tonyukuk şu karşılığı verir. "Bunlar olmamalı. Kuvvet yolu bu değildir. Biz Türk Milletini yaşatmak isteriz. O halde ne bu akımlara ne de ilgili tapınaklara yer vermekteyiz"
Tuna bölgesinde devlet kuran Bulgarlar Türk asıllı olmalarına rağmen 864 den itibaren Hristiyanlığa girerek din değiştirdiler. Ortodoks oldular. Hristiyan kültürü Türk aile yapısını bozdu. Islav aile tipi Türkler arasında yayıldı. Hristiyan ve Islav kültürü onları Türklükten uzaklaştırdı ve Islav milleti haline getirdi. Yine Doğu Avrupa'da devlet kurmuş olan ve aslen Türk asıllı olan Macarlar 1000'li yıllarda Türk kültüründen uzaklaşarak Hristiyan oldular ve ayrı bir millet haline geldiler.
Millî Kültürden uzaklaşmanın en iyi belgelerinden birisi de Göktürk Kitabeleridir. Türk Milletinin yaşayış şeklinden uzaklaşmasının Çinliler gibi giyinmesinin, benliğinden uzaklaşmanın, Türk adları yerine Çince adlar almasının acı sonuçları bu abidelerimizde gelecek nesillere ibret olsun diye uzun uzun anlatılır ve şöyle devam edilir" Türk beyleri, Türk adını bırakmışlar. Çin beylerinin adlarını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler... Bey olmağa layık oğlun kul, hatun olmağa layık kızın cariye oldu"
Uygur Türklerinin Çin hâkimiyetine geçmesinde "Kutlu Kaya" efsanesinde, Millî kültürden uzaklaşmanın acı sonucunu görmekteyiz. Manevî değer yargılarına sırt çevirmenin devlet ve milleti nasıl felaketlere sürüklediği tarih sayfalarımızda acı bir hatıra olarak kalmakta ve bunlardan genç nesillerin ibret almasını beklemektedir.