Sonun başlangıcı bir cümleyle yazıya girmek istiyorum. “ülkeler tarihlerini eleştirebilirlerse ileri gidebilirler. Biz ise sadece tarihimizi yüceltiyoruz. Bu, bize bir şey kazandırmaz ve hiç akla uygun değil. Bugün son derece acınacak haldeyiz; ölümcül bir aldatmaca içerisinde yaşıyoruz” diyor ve vurguluyor Kuveyt Televizyonundaki Arap konuşmacı: “Dürüst olalım!”
1)Dini ve toplumsal yaşayışlarını değerlendirişi çok farklı ve akıllıca: “Dini metinler Müslümanlara, onların kültürlerine ve çevrelerine uygun bir şekilde gönderildi. Dini metinler kesindir; hayatımızı organize etmek için yarattığımız kurallardan farklıdır. Kurallar değişkendir; doğası gereği dinamiktir. Bu yüzden, seküler ve demokratik anayasalara sahip ülkeler her alanda ileridir.”
2) Dinin anlamını, kaynağını ve yorumlanışının farklılıklarını çok açık bir şekilde konuşabiliyor: “Şeriatın altı yazılı kaynağı ve yüzlerce farklı yorumu var. Ve her teolojik okul, şeriat üzerinde kendi hakları olduğunu iddia ediyor. Bugün Müslümanlar cemaatlere Allah’tan daha çok tapınıyor, dinin kendisine yaratıcısından daha çok tapıyorlar.”
3) Araplarla seküler toplumların karşılaştırmasını yaparken inandığı gerçeği, çekinmeden, yüzleşerek, dürüstçe söyleyebiliyor: “Gerçekte bizler mezhepçiyiz, diktatörüz, baskıcıyız. Üzücü ama Arap zihniyeti böyle… Teoride ise yönetim şeklimiz demokrasi, günlük yaşantımızda liberal ve seküleriz. Tükettiğimiz her ürün Avrupa medeniyeti tarafından üretiliyor ve alıyoruz.”
Avrupa’nın akıl, bilim, sanayi ve teknolojik üstünlüğü yadsınamaz bir gerçeklik taşıyor ve onların pek çok ürününe muhtacız!
4) İslam dünyası, üzerinde kara bulut gibi çöreklenen “İslamafobiyi”, terör örgütlerinin kötü etkisini bir türlü gideremiyor, dünyayı ikna edip inandıramıyor. En kanlılarından biri olan IŞİD’ in de “İslam’la bağlantısı olmadığını bile kanıtlayamıyorlar. Ne zaman bir ahlaksızlık, bir insanlık suçu işlense, ‘bu insanlar İslam’ı temsil etmiyorlar’ diyorlar; “bunlar hariciler, İslam’ı yanlış biliyorlar’ diyorlar. Bu kadarla yetiniyorlar.”
5) İslam’ın tarihteki yönetimlerini ele aldığında da konuşmacı gerçekçi ve kesin konuşmaktan çekinmiyor: “Tarihte, insanlığa katkı sağlamış hiçbir İslami model yoktur; hatta İslami kültür olarak bile… Şöyle ifade edeyim: İslam ile idare edilmiş Endülüs topraklarında bile kalkınma ve refah, Halid Bin Yezid tarafından çevrilen Antik Yunan eserleri sayesinde olmuştur. Bu kalkınma Kuran’ın kelamları veya sünneti ile ilgili değildi.”
7) Zaman zaman İslam’ın demokrasiyle çok uyumlu bir din olduğunu, bunun da en uygun örneği olarak “dört halife devrinin” gösterildiğini biliyoruz. Oysa Kuveyt televizyonundaki konuşmacı çok farklı değerlendiriyor: “Dört Halife döneminde neler olduğuna bir bakınca, devletin esaslarının şeriata dayanmadığına dair pek çok kanıt görülmektedir. Dört Halife arasında iktidarın ve gücün nasıl devredildiği belli değildir. (Peygamberin naaşı defnedilmeden önce) Ebubekir, Sekife Olayı’nın (meraklısı internetten araştırabilir) ardından iktidara gelmiştir. Ardından Ömer, Ebubekir tarafından belirlenmiş altı (6) kişi tarafından seçilmiştir, sonra Osman… Bunlar, bir iktidar değişikliğine ilişkin bir sistemin olmadığının kanıtıdır” diyor ve ekliyor, “bunu, günümüzde hayal edin! Bugün bir demokrasiyken, yarın bir diktatörlüksün” diyor ve fetih konusunu açıyor: “Sizin ‘fetih’ dediğinize, siyaset biliminde ‘sömürgecilik’ diyoruz. Siyaset bilimine göre İslami fetihler sömürgeciliğe katkı sağlamıştır. Bunlar, yalnızca İslam tarihinde ‘fetihler’ olarak anılır.”
8) Kuran’ın ilk ayeti “oku” olmasına karşın zaman zaman yönetimler, bilime, düşünceye ve kitaba hak ettiği değeri vermedikleri gibi kitapları, yazarları susturma yolunu tercih etmişlerdir. Konuşmacı bu durumu İslam bilim, kültür ve düşünce tarihinde çok önemli yeri olan insanlar üzerinden değerlendiriyor: “İbn-i Rüşd’ün kitaplarını kim yaktı? İbn-i Heysem’i kim yasakladı? İbn-i Sina ve Harizmi’yi sapkınlıkla suçlayan kimdi? İsrail mi, Amerika mı? O devirlerde yoklardı bile. Hepsini biz yaptık. Dürüst olalım.”
“Kitap yakan ve yasaklayanlar kim” sorusunu araştırırken, “İslam dünyasında Berberilerin, Hıristiyan dünyasında da kilisenin taassubu hem İmam-ı Gazali’nin, hem de İbn-i Rüşd’ün kitaplarını yaktığı görülmüştür. Ancak 16.Yüzyıla gelindiğinde Avrupa İbn-i Rüşd’ün kitaplarını 17 (on yedi) defa basmıştır. O tarihlerde Osmanlı Medreseleri matematiği unutmuştu. Medreseye matematik sosyolog Ziya Gökalp’in çabalarıyla 20. Yüzyılda girebilmiştir.
Taassup o kadar korkunç ki, Müslümanlar, Müslümanların kitaplarını yakarken, kalan çok az sayıdaki kitabı da Hıristiyanlar yakmakla kalmıyor, yazarları, düşünürleri, sanatçıları ateşlerde yakıyorlardı.
“Aydınlanma” Avrupa’ya aklın, bilimin, refahın, uygarlığın yolunu açtı, sanayi devrimini gerçekleştirdi; özgürlük düşüncesiyle bireyleri, toplumları çağdaşlaştırdı.
Sağlıkla, sevgiyle kalın…