ARAKLI KALESİ HYSSUS KURTARILSIN
Araklı eski çarşısının hemen güneyinde yer alan Araklı Hyssus Kalesi kurtarılsın diyoruz. Çünkü bu kale Roma’nın sahildeki önemli bir garnizon kalesi. Eski kayıtlara göre kalenin aynı zamanda önemli bir limanı var. Kaleye ait şimdilerde ne bir kalıntı ne de limanı görmek mümkün değil. Lakin Araklı’daki bu kalenin kapladığı alan; bir kısmı eski tarihte geçirilen Kaşıkçı asfaltı, diğer kısımları ise yakın zamanlarda yapılan iki farklı toplu konut sitesi ile ciddi anlamda kayba uğramıştır. Kaleye ait olan ama üzeri fındıklık olan son arazi ile yine kaleye ait duvar kalıntılarının olduğu kısımlar halen ayaktadır. Bundan birkaç yıl evvel kalenin duvarlarına dair yaptığım bir incelemede, duvar kısımlarında pencere yahut kapı girişlerine benzer tonozlu imalatlar görmüştüm. Fakat Araklı’daki en önemli iki kalenin yani hem Hyssus hem de Canayer kalelerinin yer aldığı alanlar maalesef özel mülktür. Kale alanlarının acilen kamulaştırılması ve vatandaşın hakkının verilmesi gereklidir.
Bugünlerde Araklı Hyssus kalesini öne çıkaran bir gelişmeye rastlıyoruz. Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde yer alan Satala Roma lejyonunda 2017 yılında başlayan kazı çalışmaları sonucunda çok önemli arkeolojik detaylara ulaşılmıştır. Bilinmeli ki, Araklı’daki Hyssus Kalesi ile Kelkit’teki Satala Kalesi birçok açıdan irtibatlıdırlar. Hatta Araklı’daki Hyssus Kalesi, Satala’nın adeta ikizidir. Roma’nın doğudaki son garnizonu olan Satala Kalesinin lojistiği, Araklı’daki Hyssus’tan taşınmıştır. Bu sebeple, Satala'daki kazıların ortaya çıkardığı tarihi mirastan hareketle, Araklı ilçesinde de çok acil şekilde arkeolojik kazılar başlatılmalıdır. Araklıdaki bir kazı çalışması, Kelkit Satala’daki gibi bir mirası ortaya çıkarabilir. Ciddi bir tespit, Araklı turizmini bambaşka bir noktaya götürebilir. Dolayısıyla Araklı’daki yerel idarenin, KTÜ Arkeoloji Bölümü ile acilen irtibata geçip, Hyssus’ta ve Canayer kalelerinde arkeolojik kazıların başlatılması için resmi talepte bulunması bir mecburiyettir.
ARAKLI’NIN DERELERİNE SAYGI DUYULSUN
Araklı’nın pekçok kırsal mahallesinde, bazı hane sahiplerinin evsel atıklarını derelere bağladıklarına şahid oluyoruz. Bunu alenen yapıyorlar. Dolayısıyla tarım alanlarındaki vatandaş kaynaklı kirlenme ürpertici boyutta. Hususen mutfak atıkları yer yer vaktiyle eğilip su içtiğimiz ırmaklara bağlanmış durumda. Halbuki su kaynaklarını kirletmeye kimsenin hakkı yoktur. Temiz su kaynakları yüksek bir şuurla korunmak zorundadır. Suya hürmet milli ve vicdani bir vazifedir. Zira su, gelecektir. Vatandaşın kirli sularını pervasızca ırmak ve nehirlere akıtması, atıklarını pervasızca tabiata atması, bir taraftan da insan kalitemizdeki korkunç vaziyeti yüzümüze vuruyor. Nitekim yakınlarda Doğu Karadeniz'de çöplerini çöp toplama yerlerine değil de çuvalla ırmaklara atan cehaleti gördüm. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Eğitim ve sağlık kurumları acilen köy köy seminerler düzenlemeli. Çevre hassasiyetinin bir mecburiyet olduğu insanımıza anlatılmalıdır. İlgili kurum personeli ve gerekirse jandarma, su kaynaklarının etrafını sürekli kontrol etmeli, uyarılarda bulunmalı, köy yerleşimlerindeki evlerin tuvalet ve mutfak akarlarının derelere akıtılmasında ısrar edenlere ise en ağır cezalarla engel olmalıdırlar. Akarsulara çöplerini atanlar tespit edilip, gerekli işlemlere muhatap kılınmalıdırlar. Çöpünü fırlatıp ırmağa atabilen cehalete ise, kutsal kitabımızda su için geçen şu ifade kavratılmalıdır: "Rabbimiz Her Şeyi Ondan Var Etmiştir" (Enbiya/30). Öyleyse suya hürmetsizlik, Kur’an’a hürmetsizliktir. Yaradana ve yaradılışa saygısızlıktır. Durum, Gayretullah’a dokunmaktır yani evreni yaratan Allah’ın gücüne gidecek bir konudur. Bu noktadan bakıldığında konunun sırf bir çevrecilik yaklaşımı değil, itikadi bir mesele olduğu açıkça görülebilir. Diğer taraftan insanın, yaşadığı coğrafyayı hak etmesi için ona layık olarak yaşaması gerektiği gerçeği de unutturulmamalıdır.
ARAKLI, YANBOLU’DAKİ HAKKINI KORUMALIDIR
Araklı ilçesi ile batı kesimindeki komşusu Arsin’in sınırını büyük oranda Yanbolu nehri belirlemektedir. Yanbolu vadisi, hem Araklı’ya hem de Arsin’e değer katan bir vadidir. Yüksek tarım özelliğine ve turizm potansiyeline sahip bir sahadır. Araklı’nın Taşönü, Yeşilce, Ayvadere mahallelerinin sınırları bu vadiye kadar inmektedir. Gümüşhane sınırları içerisinde yer alıp, çoğunlukla Araklı insanı tarafından kullanılan Santa antik yerleşimine ait köylere bu güzergahtan çıkıyorsunuz. Santa yaylalarının çoğunu ise Araklı insanı kullanıyor. Yani Yanbolu vadisinin derinliklerine kadar Araklı ilçesinin etkisi var. Yanbolu güzergahı aynı zamanda tarihi bir kervan yolu özelliği taşıyor. Araklı yerel yönetimi bu vadi için Arsin yerel yönetimi ile çok güzel projeler üretebilir. Yanbolu vadisi adım adım bir turizm vadisine dönüştürülebilir. Ama Araklı Taşönü’de meydana getirilen çöplük faciası nedeniyle bu yol belli bir kesime kadar maalesef çöp nakliye yoluna dönüşmüştür. Taşönü’deki çöplük (çöp tesisi diyemiyorum), yaydığı koku ile böylesi muhteşem bir vadiyi perişan etmektedir. Turizm vadisi, maalesef kötü bir koku vadisine dönüşmüştür. Araklı ve Arsin’in başına örülen bu problemin, her iki belediyenin samimi çalışması ile izale edilmesi gerekmektedir. Yanbolu vadisi, tarihi ve doğal yolu ile Santa’ya uzanırken, çok sayıda tarihi köprüye de sahiplik ediyor. Yanbolu sahil kesiminde vaktiyle yer alıp 1916’daki harp sırasında havaya uçurularak ortadan kaldırılan ama kalıntıları halen duran tarihi taş kemer köprünün yeniden ihyası bir gereklilik. Muazzam bir doğa var bu vadide. Gümüşhane ile Trabzon’un kadim kardeşlik kavuşmalarından biri de bu yolla sağlanıyor. Araklı yerel yönetimi öncelikle Yanbolu’daki hukukunu, sınırlarını iyi bilmeli, kendi sınırları ve etki alanı içerisinde yapması gerekenleri yapmalı, Yanbolu vadisinde görünmeli, vadinin özellikle bir turizm vadisi olarak koruma altına alınması hatta turizm donanımına sahip olması için kendi tarafına düşenleri yapmalı, Arsin yerel yönetimi ile de saygı ve muhabbet içerisinde tarih, doğa, tarım eksenli projeler geliştirmelidir.
ARAKLI KARADERE VADİSİ KURTARILSIN
Araklı Karadere Vadisinin yapılaşma dışı kalan tüm taban kısmının, tarım amaçlı olarak tescili ve topraklı, topraksız sera alanı olarak projelendirilmesine dair uzun süredir yazıyorum. Konuyla alaklı önemli isimlere gerekli kanallardan konuyla ilgili görüşlerimi ifade ediyorum. Yakın zamanlarda üç önemli isme daha konuya dair hatırlatma amaçlı yazılarımı gönderdim. Bu yazılarımı müsaadelerinizle sizlerle de paylaşmak isterim.
Öncelikle Trabzon İl Başkanı Dr. Sezgin Mumcu beyefendiye yazdığım yazıya yer vermek isterim: “DOKAP'ın Araklı Karadere Ovasında (aynen Zonguldak Çaycuma'da 56 hektar alanda yapıldığı gibi) bir "Tarımsal Amaçlı OSB" çalışmasını yapması çok elzemdir. Çünkü, Doğu Karadeniz'in elde kalan son alüvyal vadisi olan Karadere Vadisi, bu şekilde hem Trabzon'a hem de Doğu Karadeniz'e yönelik özellikle organik seracılık şeklinde bir tarım üretimi gerçekleştirecek yegane tarım alanıdır. 1000 dönüme yakın bir arazi rezervine sahip Karadere Ovası, aynı zamanda tarihi bir tarım alanıdır. Bu arazinin tarım için "ısrarla korunması ve projelendirilmesi", bugün ve gelecek için milli bir vazifedir. Karadere ovasındaki tarımsal yatırım, Trabzon'u tarımsal üretim anlamında riske etmemektir. Bahsedilen konudaki kıymetli destekleriniz beklenmektedir. Fabrika alanlarının ise; aynen Akçaabat, Beşikdüzü ve Vakfıkebir'de olduğu gibi tarım vasfı taşımayan alanlarda kurulması gerekmektedir.”
DOKAP Başkanı Sn. Hakan Gültekin Beyefendiye 10 Haziran 2021’de eposta marifetiyle gönderdiğim yazımda şunları paylaştım: “Trabzon Araklı’daki alüvyal ve akifer özellikli Karadere vadisinin elde kalan tarımsal özellikli ve 1000 dönüm civarındaki son arazileri, fabrika alanı yapılmak istenmektedir. Bu açıdan bazı yerel kuruluşların teşebbüsleri söz konusudur. Fakat tüm Doğu Karadeniz için üretim yapacak ve Doğu Karadeniz'i Samsun ovalarına mahkum etmeyecek Karadere ovasındaki bu arazileri, Zonguldak Çaycumada 56 hektarlık alanda yapıldığı gibi organik tarım amaçlı bir OSB olarak değerlendirmek ve DOKAP vasıtasıyla bunu projelendirmek, tarım arazilerine şiddetle ihtiyaç duyulan bu dönemde bahsedilen arazileri fabrika yapmaktan daha evla değil midir? Fabrika alanlarının ise Beşikdüzü, Akçaabat ve Vakfıkebir de olduğu gibi tarım arazileri dışına yapılması mümkün değil midir?”
6 Temmuz 2022’de ise Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişçi hocamıza yazdığım yazıda şu görüşlere yer verdim: “Bakanlığınızla ilgili güzel çalışmalarınızdan Trabzon Araklı'da bulunan Karadere nehri etrafındaki Karadere vadisinin de istifade etmesini isteriz. Trabzon'un elde kalmış tek ovası hükmündeki Karadere vadisinin etrafında yer alan 2000 dekara yakın, akifer özelliği taşıyan ve tamamen düz olan mevkinin organik tarım için projelendirilmesi ve organize tarım sanayi bölgesi yapılması doğrultusunda DOKAP dahil tüm yetkilileri nezaketle uyardık, hatırlatmalarda bulunduk. Gerekçelerimizi söyledik. Kurulacak sera tesisleriyle sadece bu ovanın, Doğu Karadeniz’in sebze ihtiyacını karşılayacağını ifade ettik. Fakat bölgede nadir bulunan böyle bir alanın imara açılması ve fabrika alanına çevrilmesi için yoğun çalışma yapan bir lobi var maalesef. Vadiyi komple betonla kaplayacaklar. Karadere vadisine yönelik bir tarımsal proje için bir adım atmanız, bu bölge insanından da dua almanıza vesile olacaktır.”
Yüksek kıymet taşıyan bu vadinin korunması ve tarım amaçlı tescillenip projelendirilmesine yönelik yazılarımız devam edecek. Lakin zannediyorum ki artık derdimizi anlatabiliyoruz. Bir araştırmacı olarak üzerime düşen sorumluluğu ilgili isimlerle paylaşmaya devam edeceğim. Talepleri dikkate alacaklarına inancım ise tamdır.
MADUR VE POLUT’A DAİR ESASLI ADIMLAR ATILSIN
Araklı’nın hemen güneyinde yer alan 2742 rakımlı heybetli Madur Dağı ve civarı, bir tarafıyla Köprübaşı, diğer tarafıyla Gümüşhane ama esasen Araklı sınırları içerisinde kalıyor. Madur’un hemen yanında yer alan 2856 rakımlı Polut Dağı ise büyük oranda Araklı ilçesi sınırlarında. Her iki dağın etrafında Araklı insanlarının yaz mevsimlerinde yaşadığı çok güzel yaylalar var. Küresel iklim değişmesi sonrasında çok kıymet kazanacak yaylaların verimli toprakları yarınlarımız için büyük bir servet potansiyeli taşıyor. Sadece yaylalarımızda kullanılmayan alanlarda yapılacak tamamen organik arpa, buğday, patates tarımı, Türkiye insanına hizmet eder. Bölge insanı kalkınır ve efendi olur. Bununla birlikte yaylalarımız, esaslı turizm faaliyetleri için de büyük önem arz ediyor. Ama buralardaki turizm şekli; doğa, tarih ve kültür turizmi şeklinde olmalı. Kadim Yayla Turizmi adı altında adımlar atılmalı. Yaylalarımızdaki turizm mimarisi, geleneksel yayla evi tarzında olmalı. Yapılacak turizm tesisleri de öyle. Tarihe, doğaya saygılı turizm potansiyelini hedefleyen bir yaklaşım olmalı. Diğerine müsaade edilmemeli. Yaylaları betonlaştıracak her adımdan uzak durulmalı. Bilinmeli ki, turistin makbul olanı kaliteli olanıdır. Makbul ve kaliteli turist ise, doğal ve otantik olanı tercih eder. Yaylalarımızda tesisler yapılacak ise bu başlıklar ve hassasiyetler dikkate alınarak yapılmalı. Diğer taraftan, Madur ve Polut’un birer harp sahası olduğu unutulmamalı. Buralardaki harp alanları acilen tescillenmelidir. Şehidlikler yapılaşma işgaline karşı hassasiyetle korunmalıdır. Madur ve Polut’ta çok sayıda nadir bitki türünün var olduğu bilinmeli. Yaban hayatına dair hususiyetler de göz önüne alınmalı. Madur civarındaki Turnagöl denilen mevkinin kuş göç yollarıyla alakalı olduğu bilinmelidir. Bu beklentiler için Madur ve etrafındaki yaylaların ve yaylalara yakın köylerin muhtarları, kanaat önderleri öncelikle kendi arasında ciddi bir birliktelik oluşturup, bir kamuoyu oluşturmalıdırlar. Araklı’yı yönetenlerin ise, Köprübaşı ve Gümüşhane yetkilileri ile irtibat halinde projeler üretmeleri gerekmektedir.