Bir sonsuzdan bir sonsuza,
Akıp giden cennet olsa.
Hep benimdir diyecekler,
Ellerinde yetki olsa.
Ellerini uzatmayan,
Derman olup yaşatmayan,
Dua ile cennet diler,
Ekmeğini paylaşmayan
Acıyorum en derinden,
Başkası da gelmez elden,
Ne yapayım diyen diller,
Taş kesilmiş yüreğinden.
Acıyoruz, evet evet acımayı çok iyi beceriyoruz. Hatta acımakta sınır tanımıyor ve her şeye acıyoruz.
Acıyoruz:
Yaşlıya, hastaya, çocuğa.
Yolda kalmışa aç ve açıkta olana.
Ağlayana, somurtana mutsuz olana.
Mülteciye, Filistinli’ye, Afganlı’ya.
***
Acıyoruz:
Kediye, köpeğe, kurda, kuşa.
Yuvasız, yavrusuz, annesiz kalanlara.
Belgesellerde güçlünün karşısında çaresiz kalan güçsüz hayvanlara.
Acıyoruz:
Kesilen ağaca, beraberinde yok olan ormana.
Akmayan ırmağa, açmayan çiçeğe.
Ürün vermeyen torağa, yeşermeyen doğaya.
***
İşte o kadar sadece acıyoruz. Acıdığımız canlıya ya da durumlara bakışımızı atıp geçiyoruz, bir şeyler yapabilirmiyiz diye düşünmeden sadece eyvah diyoruz.
Hatta çoğu zaman daha ileri gidip yüce yaradanı yardıma çağırıyoruz: “ Allah versin, Allah yardımcısı olsun, Allah korusun, Allahımdan dile...”
Oh ne ala insanlık...
Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, birlikte hissetme gibi insani davranışları, Allaha havale ederek cennette ki yerimize göz kırparız aklımız sıra. Acıyarak görevimizi yapmışız ya!
Nasılsa “ mala, mülke, arabaya, yata, kata...vb zekat düşmüyor ya “ tamamdır.
İnfak ( paylaşma ) kavramındansa, ne dini açıdan ne de insani açıdan haberdar değiliz zaten.
Acıyoruz ya o halde işlem tamamdır, vicdanımız rahattır, Allah görmüştür, cennet yolu açıktır.
Acıma maskesinin karartığı kalpleri; sevgiye, insani duyarlılığa, paylaşmaya, dayanışmaya açmalıyız. Adına ister infak , ister insanlık diyelim, ama mutlaka bu tadı yaşamayı deneyelim, reklamsız ve karşılık beklemeden. Buradan ölümsüzlüğe ve dünyayı cennetleştirmeye ulaşılır.