Türkiye son yılların en karmaşık seçimine hızlandırılmış adımlarla ilerliyor. Devletin en yetkililerinin ağzından telaffuz edilen tarih ise 14 Mayıs olarak seslendirilmektedir. Hafızamızı yokladığımız zaman, ne zaman seçimden ya da erken seçimden bahsedenler olduğunda, iktidarın muktedirleri bunun bir dış dayatma olduğunu, istikrarsızlık yaratmak isteyenlerin yeni bir oyunu olduğunu yüksek perdeden her vesile ile dile getirirler ve seçimlerin zamanında, yani 28 Haziran da yapılacağını tekrar etmekten yorulmazlardı. Ancak ne olduysa bir anda bu söylenenler unutuldu ve güncelleme adı altında seçimlerin 14 Mayısta yapılacağı ilan edildi. Ancak şimdi de Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda bir karmaşa yaşanmaya başlandı. Mevcut Cumhurbaşkanının aday olup olmayacağı taraf ve karşı taraflarca yüksek perdeden seslendirilmeye başlandı, ithamlar, tehditler, hakaretler adeta birbirini kovalıyor!
İnsan merak ediyor, kendi toplumu ile bu kadar kavgalı olan bir yapı acaba, Türkiye’den başka, dünyanın her hangi bir ülkesinde var mıdır? Tartışma ve kavga yapmadan bir arada yaşamayı neden beceremiyoruz! Diye insanımız ahlanıyor-vahlanıyor! Anayasayı yapanlar, yeni düzenlemeleri çıkaranlar, bu gün yapılan tartışmaları niçin öngöremediler? Yoksa kaostan nemalanma da yeni yüzyılda bir siyaset anlayışı mıdır? Doğrusu bunu kestirmek çok zor! Süreci gerçek hukukçuların değerlendirmesine bırakarak ve sonunda adaletin mutlaka galip gelmesi gerektiğine inanarak esas konumuza geçmek istiyorum.
Seçimlerin yapılacağı tarih okulların fiili olarak, eğitim-öğretime açık olduğu tarihe denk gelmektedir. Dolayısı ile kendi adres kayıt sisteminden uzakta kalan yaklaşık 6,5 milyon öğrencinin oy kullanıp, kullanamayacağı gündeme bomba gibi düştü! İddia o dur ki; iktidar muktedirleri “Z” kuşağı olarak adlandırılan üniversiteli genç neslin kendi aleyhine oy kullanacağını düşündüğü için, seçim tarihini böyle bir zamana denk getirmiş!
Bu iddianın bir komplo teorisi olduğuna inanmak istiyorum. Kendi adresinden uzak, oy kullanma günü maddi sıkıntılarından ve eğitim endişelerinden dolayı memleketine gidemeyecek olan yaklaşık 6,5 milyon öğrenci peşinen hiçbir siyasi yapılanmanın “çantasında keklik” değildir. Bunu bir kere bir tarafa not edelim. Ardından bu söylemlerin birer kurgudan ibaret olduğuna toplumu inandırmak için; bütün siyasi partiler kendilerine müracaat edecek üniversiteli öğrencilerin, memleketlerine en azından gidiş-dönüş biletlerinin alınmasında yardımcı olurlarsa bu komplo söyleminden medet umanların planları da boşa çıkarılmış olur ki, esasında bize de yakışan budur.
Dünyanın yaklaşık 70 ülkesinin nüfusundan daha fazla, 15-24 yaş aralığında yaklaşık 13 milyon genç nüfusumuz var. Bu muhteşem bir; askeri, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik bir güçtür. Her ne kadar gençlerimizin hala %22 gibi yüksek bir oranı işsiz-aşsız olsa bile; gerçekçi bir planlama ile bu durum makul bir sürede ortadan kaldırılarak, gençlerin enerjileri ülke kalkınmasında bir kaldıraç görevi yapabilir.
Her vesile ile yarınlarımızı emanet edeceğimiz gençlerimizin tercihlerinden korkmak yerine onlardan yararlanmanın, onları mutlu etmenin yollarını arayıp bulmalıyız. Eğitim-istihdam dengesizliğini hızlı bir şekilde ortadan kaldırarak, gençlerimiz ile kucaklaşıp geleceğimize sahip çıkmalıyız.
Aklın da, akıllı olmanın da başka da bir yolu yoktur.