Sanayi devriminden sonra Avrupa’da, özellikle İngiltere ve Fıransa’da, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yönden büyük değişimler yaşandı. Kırallıklar, derebeylikler, İmparatorluklar yıkıldı, kilise ve din adamları etkinliğini yitirdi, sembolik kırallıkların “yetkileri” sınırlandırıldı. Çalışan, üreten, ticaretle uğraşan, ve sanayiye sahip olan “burjuva” yönetimi de aldı.
Sanayi Devriminin yarattığı, akılcı, bilimsel-aydınlanmacı düşüncelerle, eğitimde, edebiyatta, sanatta, resimde, müzikte, hukukta, felsefede, toplum yaşayışında ve anlayışında köklü değişiklikler oldu. Bu değişiklikler ve özellikle Jan Jak Ruso, Volter, Monteskiyo gibi hukukçu, sanatçı ve düşünürlerin etkileri, 1789 İhtilalinin gerçekleşmesinde büyük rolü oynadı.
Kırallık rejiminde hak, hukuk, soyluluk, yoksulluk, kölelik, eşitsizlik, adaletsizlik, sefalet iç içe geçmişti. Son derece girift ve korkunç yaşam koşulları, özgürlük çabaları, aydınları, işçileri, köylüleri, yazarları, sanatçıları derinden yaralıyor ve etkiliyordu. Kentler ve fabrikalar, çalışmak için köyden kopup gelen yoksul köylülerle doluydu. Bu insanlar yitirdikleri toplumsal değerlerle kentlerde sıkışıp kalmışlardı. Üniversiteler, gençler, gelişen, yayılan, Cumhuriyetçilik ve diğer felsefi, sanatsal ve siyasal düşüncelerle kırala karşı büyük bir hareketliğin içerisinde savruluyorlardı. Kıral soylular, kilise-din adamları ve etrafında kümelenen bir kısım asker ve gelenekçilerle toplum düzenindeki dağınıklığı bir türlü gideremiyor, salt kendi çıkarlarını korumanın kavgasını veriyordu. Ekonomik kaynaklar ve devletin önemli mevkileri vergi ödemeyen soyluların elindeydi. Halk, her geçen gün kıralın çevresindeki sınıfa, korkunç hayat pahalılığına, açlığa kinleniyordu.
1789 İhtilali, Sanayi Devriminin getirdiği hakların, düşüncelerin, inançta, yaşayışta, hukukta, sanatta, kültürde, felsefede, ekonomide ve siyasette yarattığı değişimlerin sonucudur: İhtilal, “cumhuriyeti” getirdi, “yurttaşlık hak ve özgürlüklerini” getirdi, “laikliği, hürriyeti, adaleti, kardeşliği” getirdi, “hukukun üstünlüğünü” ve “ulus devlet” anlayışını getirdi. “Kırallığı, monarşiyi, mutlakıyeti” yok etti. Oysa 1776’da Amerika’da cumhuriyet kuruldu, İngiltere’de kıralın yetkileri sınırlandırıldı.
Yenilikçilikten yana görünen III. Selim, “Şeytanın Fısıltıları” diye adlandırdığı Fıransız İhtilalinin “siyasi, özgür ve milliyetçilikle ilgili” düşüncelerini sınırlarından içeriye sokmak istemiyordu. Ama Osmanlı aydınları “hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik, milliyetçilik, anayasa” gibi kavramların etkisinde kaldı. Tanzimat, Islahat Fermanlarını çıkarttı, Kanun-i Esasiyle hazırladı. Padişahın yetkilerini sınırlandırdı, ülke kısmen de olsa “meşruti” bir yönetime kavuştu, ama “milliyetçilik” düşünce ve inancı etrafında kümelenen azınlıkların İmparatorluktan kopup ayrılmalarına engel olunamadı.
İmparatorluğun çöküş sesleri aydınları “kurtuluşa dair” arayışlara yöneltti: Tüm etnik gurupları “Osmanlıcılık” adı altında birleştirmek istediler, başaramadılar. Ayrılıkçı görüş, düşünce ve inançlar üstün gelerek “bağımsız” devletlerini kurdu ve çöküşü hızlandırdılar. Panislamizm ya da “İslam Birliği düşüncesine sarıldılar. Bu da tüm İslam ülkelerini birleştirip Osmanlı’yı yaşatmak amacını güdüyordu. ll. Abdülhamit bunun siyasetini yapmaya çalıştı, başarılı olamadı. Tunus, Fas, Cezayir, Mısır, Suudi Arabistan, Irak, Suriye İngilizlerle, Fıransızlarla, İtalyanlarla işbirliğine girdiler, Osmanlı’dan koptular, devletlerini kurdular. Pantürkizm, ya da Türk Birliği, nam-ı diğer Turancılık düşünüldü, edebiyatta, felsefede, sosyolojide gösterdiği başarıyı siyasette gösteremedi, diğerleri gibi o da devleti kurtaramadı.
Osmanlının uçan kuşa borcu vardı. ll. Abdülhamit döneminde kurulan Duyun-i Umumiye ile borçlar ödenmeye çalışılmış. Ve Osmanlı’nın ayakta duracak hali kalmamıştı. Nitekim Balkan Savaşlarında, tarihinde 93 Harbinden sonra ikinci büyük bozgunu yaşadı. Balkan Bozgunu ile ülke iyice ufalmıştı.
Aydınlanmayı, akılcılığı, bilimi, teknoloji ve sanayiyi ıskalayan Osmanlı ekonomik yönden tarihinin en karanlık dönemine girdi. Sanayileşmedi, fabrika kurmadı, tarımda gerekli atılımları gösteremedi.
Büyük olmak tüm Türkleri, ya da tüm Müslümanları bir araya getirmek değildir. Büyük olmak, akıllı olmak, bilimsel düşünmek ve yapmaktır; teknolojiyi ve sanayiyi kurmaktır; üretime dayalı ekonomiyi yaratmak, ticarette açık vermemek, fazla değer üretmek, hazineyi ve halkın cebini doldurmaktır.
Bu ülke hala birilerinin dolarlarına, birilerinin sanayi ürünlerine, birilerinin silahlarına muhtaç bırakılıyorsa, bu ülke “ekmeğini” birilerinden alır duruma getiriliyorsa, hala taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışıyorsa, yerli ve milli” olduğunu söyleyenler, “milliyetçi ve yurtsever” olduğunu iddia edenler ve her fırsatta Atatürk’e küfredip hakaret yağdıranlar ve “kader” utansın! / Türkiye Atatürk’ten bu yana yönetilmiyor.
Sağlıkla, sevgiyle kalın.