25 Ocak 1914 yılında Madam Corinne, Sofya’dan bir mektup alır. Mektupta şu ifadeler yer almaktadır; “Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükler, fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatla ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza edeceğim.’’ Corrine’ye yazılmış bu satırların sahibi Sofya Ateşemiliteri Yarbay Mustafa Kemal’dir.
Birinci Dünya savaşının başladığı, Suriye-Filistin-Hicaz cephelerinde – Türk müsünüz? sorusuna – Estağfurullah! cevabının verildiği yıllardı. Mustafa Kemal ısrarla İstanbul’daki maceracı mizaçlara ordunun toplanmasını ve ıslah edilmesini telkin etmektedir. Yarbay Mustafa Kemal Genelkurmay’a çıkar ve Talat Paşayla görüşür. İttihat ve Terakki’nin güçlü paşasının, “Arkadaş, bizim tecrübemiz senden fazladır. Bizim başımızda büyük adamlar var. Sen henüz onlarla konuşamamış, onların tecrübe görmüş bakışlarına, bakışlarını çevirmemişsindir.” sözlerine Mustafa Kemal şu yanıtı verir; “Evet çok şeyler yapacaksınız. Fakat yapacağınız şeyler korkarım ki, memleketi çıkılmaz bir girdaba sokmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Eğer ben ve benim gibi düşünenler o zaman hayatta bulunursak sizin bugünkü sözlerinizi takdirle anmayacağız. Dilerim ki o zaman bizi, çıkılmaz zorluklar içinde terk etmeyesiniz…” Mustafa Kemal haklı çıkmış İttihat ve Terakki liderleri ülkeyi terk etmişlerdi. İstanbul işgal altına alınmıştı. Paşa öngörülerinin doğru çıktığıyla böbürlenmiyor memleketin hali için tasalanıyordu. “Ben hayatta düşkünlüğü kabul etmiş bir adam değilim. O zaman benim durumumu düşkünlük telakki edenlere gülmüştüm. Eğer ben sıradan gurur sahibi bir insan olsaydım ne olacaktı? İstedim ki benden öncekilerin yanılmalarını düzeltebileyim, çamur ve batağa düşen Türkiye’yi çıkarabileyim.”
Mustafa Kemal askeri dehasını bilgi, deneyim ve öngörülerine dayandırır. Askerlik onun için bir sanattır. Çanakkale cephesi onun sanatının eserlerinden biridir. “Bilelim ve askerimize bildirelim ki, elimizdeki silah kendimizi düşmanı bizden korunmaya zorlamak içindir. Yalnız kendimizi korumak için çalışırsak, buna ulaşmak belki mümkün olur. Fakat askerlerden istenilen görev ve ordunun varlığından beklenen amaç, askerin kendisini şahsen koruması olmayıp, bütün ülke ve ulusun varlığının korunmasıdır.”
Mustafa Kemal ancak ve ancak bir insandır. Bir insanın taşıyabileceği özellikleri taşır. Kararlı, hedefli, öngörülü, çok okuyan ve çok araştıran, strateji üreten, iyi konuşan, saygılı, vefakâr, milliyetçi ve duygusal bir insandır. Kendinin de belirttiği gibi en büyük özelliği Türk olmasıdır. Türklerin tarihinde görülmüştür ki “Bağımsızlık” onların karakteridir. “Bir gün evinin balkonunda istirahat ediyordu. Sokaktan iki Türk kadını gidiyordu. İki sarhoş İngiliz askeri gelerek, kadınlara saldırdı ve yüzlerinden peçelerini alarak yere fırlattılar. Kadınlar feryat ediyor, sarhoşlar gülüyordu. Olaya hiddetlenen Mustafa Kemal, - Ben bu milleti esaretten kurtaramazsam yaşayamam! Ya İstiklal ya ölüm! diye bağırdı. O gece sinirinden uyuyamadı.”
15 Mayıs 1919: İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Artık durulacak zaman yoktur. Mustafa Kemal konuşur, “Padişah artık kendi tahtını düşünecektir. Bundan sonra millet artık kendi haklarını kendi savunacaktır. Bizim ve ordunun vatana yardım etmemiz, yol göstermemiz lazımdır.” kimilerine göre halen vatan haini olup olmadığı tartışılan son padişah Vahdettin ise, İzmir işgalinden 1 ay önce (15 Nisan 1919) İzmir hükümet meydanında, “Galip devletlerle yapılan mütareke; millet, devlet ve memleket için hayırlı olacaktır. Mütarekenin hükümlerine uymak, millet ve memleketin selamet ve emniyeti için elzemdir. İşgal kuvvetleriyle iyi münasebet tesis olunarak, bunların memlekete medeniyet, halka refah getireceklerini, bu itibarla, gelecek yabancı işgal kuvvetleri hangi din ve millete mensup olurlarsa olsunlar, kendilerine karşı Türk misafirperverliğine yakışır bir tarzda karşılanmaları lüzumu, şunun veya bunun tahrik, teşvik ve iğfaline kapılarak bu misafirlere karşı herhangi suret ve şekilde muhalefet ve muhasamata girişilmemesi…” buyruğunu okutuyordu.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.
Hasan Tahsin ilk kurşunu sıkar ve şehit düşer. Hasan Tahsin’i ikinci bir yiğit takip eder, “Yunan efsun alayı tam askeri mahfil önüne geldiği zaman; genç, uzun boylu, yağız bir delikanlı, sokağın başına çömeldi. Silahına davrandı. Nişan aldı. İlk kurşunda efsun alayının bayrağını taşıyan uzun boylu, müheykel bir yunan erini yere serdi. Yunan sancakçısı kurşunu anlından yemişti. Ben bu hadiseyi Hükümet Konağı’nın üst kat penceresinden seyrediyordum. Yağız Türk delikanlısı daha dört-beş kurşun boşalttı. Yunan sancak muhafız bölüğü yere yatmış, ateş ederken, arkadaki yunan bölükleri geriye doğru kaçtılar ve oralarda mevzilendiler. Delikanlı o sırada bir sokağa daldı ve kayboldu.”
16 Mayıs 1919: Bandırma isminde bir vapur Mustafa Kemal’e heyetini yola çıkarır. Vapurun sürati 7 mildir. Vapurun hareketinden önce Rauf Bey Mustafa Kemal’e gizlice, yola çıkmamasını ve vapurun yolda işgal kuvvetlerine mensup bir torpido tarafından takip edileceğini, çevrileceğini haber verir. Ama Mustafa Kemal kaptana şu emirleri verir;
-Derhal ve bütün süratinle denize açıl.
-Sahile yakın bir rota çiz ve hep buna göre vapuru yürüt…
Bugün 19 Mayıs.